Keramet Nedir?

Tasavvuf

Keramet nedir, çeşitleri nelerdir? Keramet nasıl gösterilir? En büyük keramet nedir? Tasavvufta keramet tasavvuru.

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri buyurur:

“Kerâmet gösterip havada uçmak mârifet değildir. Görmü­yor musunuz, insandan daha aşağı yaratıklar da havada uçup dururlar. İnsan, ilâhî sanatın en büyük, en mükemmel eseridir. Ahsen-i takvim üzere yaratılan insanoğlu, elbette ki kurttan-kuştan üstündür. Bu sebeple bir adamın uçması büyük bir hâdise ve güç bir iş sayılmamalıdır. Böyle kerâmetler, Allâhʼın has kulları nazarında mûteber değildir.”

KERAMET NE DEMEK?

Ke­râ­met; Ce­nâb-ı Hakk’ın bir ik­râ­mı ola­rak, kâ­mil bir îman, mâ­ri­fet ve tak­vâ ne­ti­ce­sin­de ve­lî kul­lar­da zu­hûr eden ve ta­bi­at kâ­nun­la­rıy­la îzah edi­le­me­yen, hâ­ri­ku­lâ­de hâdi­se­ler­dir.

Keramet Çeşitleri

Allah dostlarından zu­hûr eden ke­râ­met­ler iki kı­sım­dır:

1) Kev­nî ve sû­rî ke­râ­met: Bunlar, tayy-i me­kân, or­ta­da bu­lun­ma­yan bir eş­yâ­yı göz önü­ne ge­tir­me, vah­şî hay­van­la­ra iş gör­dür­me gi­bi mad­de âle­min­de mey­da­na ge­len hâ­ri­ku­lâ­de­ hâdise­ler­dir.

Allah dostları, bu tip ke­râ­met­e ehem­mi­yet ver­mez­ler. Onu za­rû­ret dışında iz­hâr et­me­yi de hoş karşılamazlar. Çün­kü bu hâl, hal­kın hay­ran­lık ve al­kış­la­rını celbeder. Câ­hil kim­se­ler ar­tık her şe­yi o ve­lî­den bek­le­me­ye baş­lar. Bu ise kalbe zehir saçan şöhret ve gurur âfetini beraberinde getirir. Bu sebeple ve­lî zâtlar bu tip ke­râ­metlere meyletmez, fakat mecbur kalırlarsa da mümkün mertebe bu hâllerini gizlemeye çalışırlar.

2) Mâ­ne­vî ke­râ­met: İlim, ah­lâk, iba­det, mâ­ri­fet ve tak­vâ­da me­sâ­fe katederek, “Em­ro­lun­du­ğun gi­bi dosdoğru ol!..”[1] âyet-i ke­rî­me­si­nin muh­te­vâ­sın­dan his­se ala­bil­mek­tir.

En Büyük Keramet

Her ne ka­dar halk, bu ke­râ­met tür­le­rin­den birin­ci­si­ne rağ­bet eder­se de as­lın­da mak­bûl olan ikincisidir. Zi­ra ta­sav­vuf eh­li it­ti­fak et­miş­ler­dir ki; “En bü­yük ke­râ­met, binbir güçlüğe rağmen is­ti­kâmet­i muhâfaza etmektir.” İstikâmet üzere olmayan bir sâlikin kerâmet elde etmek için çırpınışı boşunadır.

Hâ­lid-i Bağ­dâ­dî Haz­ret­le­ri:

“İs­ti­kâmet ve gay­ret, sa­yı­sız keşif ve ke­râ­met­ten efdaldir. Ay­rı­ca bi­lin­me­li­dir ki keşif ve ke­râ­met, dî­nin emirlerine ri­âyeti artırmaya vesîle olmuyorsa, belâ ve fitneden başka bir şey değildir.” der.

Selman Bendendir Ehl-i Beytʼimdendir

Mühim olan, Kurʼân ve Sünnet istikâmetinde, takvâ üzere yaşamaktır. Zira insan keşif ve kerâmet sahibi olsa da, son nefesinde îmânını kurtarıp kurtaramayacağından emin olamaz. Bunun içindir ki, sahâbe-i kirâm bile, büyük bir âkıbet endişesi içerisinde yaşamışlardır. Nitekim şu hâdise, bu hâlin mânidar bir misâlidir:

Rivâyete göre iki kişi Selmân-ı Fârisî -radıyallâhu anh-’a selâm verip:

“–Sen Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ashâbından mısın?” diye sordular.

(Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-ʼin çok sevdiği ve; “Selman bendendir, Ehl-i Beytʼimdendir.”[2] buyurduğu o güzîde sahâbî, gönlündeki “son nefes” endişesi ile:)

“–Bilmiyorum.” cevâbını verdi.

Gelenler, acaba yanlış birine mi geldik diye tereddüt ettiler. Selman -radıyallâhu anh- sözlerini şöyle açıkladı:

“–Evet, ben Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i gördüm, O’nun meclisinde bulundum. Ancak Allah Rasûlü’nün asıl sahâbîsi, O’nunla birlikte Cennet’e girebilecek olan kişidir.” (Heysemî, VIII, 40-41; Zehebî, Siyer, I, 549)

İlim ve irfanda “güneşler güneşi” denilen Hak dostu Hâlid-i Bağdâdî Hazretleri de, talebelerine yazdığı mektuplarda kendisi için hüsn-i hâtime duâsı talep etmiştir.

SON NEFES ENDİŞESİ

Ebedî hayatları hususunda ilâhî teminat altında olan peygamberler dahî, îmanlarının kemâline masruf olarak ve insanlığa örnek olma hikmeti­ne binâen, Cenâb-ı Hakkʼa son nefes endişesi içerisinde duâ etmişlerdir:

Allâhʼın Halîli İbrahim -aleyhisselâm-: (Yâ Rabbi! İnsanların) dirilecekle­ri gün, beni mahcup etme!”[3] niyâzında bulunmuş;

Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm-; “…(Ey Rabbim!) Beni müslüman olarak vefât ettir ve beni sâlihler arasına kat!”[4] diye ilticâ etmiştir.

Demek ki asıl mühim olan, yüksek makam ve mevkîlere erişmek değil, son nefesi îmanla verebilmek ve Hakkʼın huzûruna, Oʼnun sevip râzı olduğu bir kulu olarak varabilmektir.

Dipnotlar:

[1] Hûd, 112. [2] İbn-i Hişâm, III, 241; Vâkıdî, II, 446-447; İbn-i Sa’d, IV, 83; Ahmed, II, 446-447; Heysemî, VI, 130. [3] eş-Şuarâ, 87. [4] Yûsuf, 101.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Şah-ı Nakşibend (rahmetullahi aleyh) Erkam Yayınları