Kendini Büyük Gören Gafillerin Sonu

İbadet Hayatımız

Kendisini büyük gören, Allah'ı (c.c) unutup had ve hudutlarını aşan kibir sahibi gafil kimseleri nasıl bir son bekliyor? Helak olan milletler ve ibret alınması gereken dersler...

Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz şöyle anlatır:

“Siyah bir bulut görünce veya rüzgâr şiddetli esince, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in mübârek yüzünün rengi değişirdi. Böyle bir günde kendisine dedim ki:

«–Yâ Rasûlâllah! İnsanlar bulutu görünce, yağmur yüklü olduğu ümidiyle sevinirler. Lâkin Sen bulutu gördüğünde tedirgin oluyorsun. Bu da yüzünden anlaşılıyor. Bunun sebebi nedir?”

Bana şöyle buyurdu:

«–Ey Âişe! Bu kara bulutun içinde azap bulunmadığını bana kim temin edebilir? Bazı milletler rüzgârla cezalandırılmışlardır. Nitekim bir kavim, azap yüklü bulutu görünce (gaflet içinde şöyle) demişlerdi:

‘Bu bize yağmur getiren bir buluttur!’» (Bkz. el-Ahkāf, 24)(Buhârî, Tefsîr, 46/2; Müslim, İstiskā, 16)

Görmekteyiz ki;

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kâinatta her zaman ilâhî tecellîlerin vukua geldiği idrâkiyle hâdisâtı Rabbinin adıyla okumaktadır. Gazab-ı ilâhînin tecellî etmesinden endişe duymaktadır.

Peygamberlerin, gazab-ı ilâhî ile titreyişine bir misal de, nebîler silsilesinden şu kıssadır:

Hazret-i İbrahim’e misafirler gelmişti. Cömertliği ve misafirperverliği meşhur olan İbrahim -aleyhisselâm- hemen onlara yemek ikrâm etti. Fakat onların hiçbir şey yiyip içmediğini gören Hazret-i İbrahim, onların melek olduğunu anladığı için çok endişe etti. Gazab-ı ilâhî ile kavmini helâk vazifesiyle gönderilmiş olduklarını düşündü ve titredi.

Melekler ise şöyle dediler:

“–Korkma yâ İbrahim!.. Biz İshâk’ı müjdelemek için sana geldik. Sonra da Lût -aleyhisselâm-’ın ahlâksız kavmi olan Sodom Gomore’yi helâk edeceğiz. Çünkü onlar gazab-ı ilâhîye müstehak oldu. Onların affı için duâ da etme! Çünkü Rabbinin azap emri gelmiştir. Artık senin duân ile geri döndürülemez!” (Bkz. Hûd, 69-76; el-Ankebût, 31-32; ez-Zâriyât, 24-37)

Hakikaten hâdiseler mecmûası olan tarih, ilâhî rahmet ve gazab tecellîlerinden ibarettir. Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in îkaz buyurarak hatırlattıkları üzere, Âd, Semûd gibi nice kavimler gazab tecellîlerine mâruz kaldılar. Tarihten silindiler.

Onların arkasından ne semâ ağladı ne arz!.. (Bkz. ed-Duhân, 29) Onlar helâk oldu diye gözler yaşarmadı, gönüller sızlamadı. Bilâkis mazlumların âhları ve bedduâları ile onlar, tarihin çöplüğünde yok olup gittiler. Saltanat sürdükleri yerleri, şimdi baykuşlar ve köpekler şenlendiriyor.

Üstümüzdeki semâ, zâlimlere ızdırap ve felâketler döken eski semâdır. Tepemizdeki güneş; Firavun, Hâmân ve Nemrut gibi nice zâlimlerin köşk ve saraylarını da aydınlatan, sonra da harâbeleri üzerine doğan aynı güneştir.

Kur’ân-ı Kerim; muhtevâsının takrîben üçte birlik kısmında, geçmiş ümmetleri ve onların âkıbetlerini anlatır.

Hulâsa edecek olursak;

Âd ve Semûd; bedenî güç, kuvvet ve servetleriyle kibirlendiler. Keyif için köle öldürecek kadar azgınlaştılar ve zâlimleştiler.

“Bizden daha kuvvetli kim var?!.” diye böbürlendiler.

Azap kamçısı ile yerle bir oldular.

Keldânîlerin başı Nemrut ilâhlık taslamaya kalktı. “Ben de öldürürüm, ben de diriltirim!” diye küstahlık sergiledi. Aczini bilemedi.

Bir topal sinek ile yerle bir oldu.

Nuh kavmi küfür ve isyanda inat ettiler, mü’minlerle alay ettiler, «ibâdullâh»ı istihkar ettiler. «Fakirleri yanından kov!» dediler. Hazret-i Nûh’a zulmettiler, hakaret ettiler.

Sular altında kaldılar, helâk oldular.

Lût -aleyhisselâm-’ın gönderildiği Sodom Gomore halkı, ahlâksızlığa ve rezilliğe gömüldüler. Kendilerini îkaz edenlere; «Temizler aramızdan çıksın!» diyecek kadar, habâseti, çirkinliği ve fuhşiyâtı sahiplendiler.

İlâhî gazaba dûçâr oldular, altları üstlerine getirildi, üzerlerine pişmiş balçıklar yağdırıldı.

Şuayb -aleyhisselâm-’ın gönderildiği Medyen ve Eyke; insanları dolandırdılar, tartıda-ölçekte hile yaptılar, paraya ve maddeye taptılar.

Onlar da kahr-ı ilâhîye dûçâr oldular.

Firavun, binlerce bebeğin canına kıydı. İsrailoğullarına zulmetti, köleleştirdi. Sırf îmân ettiler diye; sihirbazları çarmıha gerdirip kollarını, bacaklarını keserek korkunç işkencelerle katletti. «Ben sizin yüce Rabbinizim!» diyecek kadar kibir ve gururun zebûnu oldu.

O ve hânedânı da; önce seller, çekirge, haşere ve kurbağa istîlâlarına uğratıldılar. Berrak Nil onlar için kan şeklinde aktı. Fakat her defasında azap kalktıktan sonra yüz çevirdiler, sonunda Kızıldeniz’de boğularak helâk oldular.

Hazret-i Mevlânâ şöyle buyurur:

“Firavunların, Âd kavminin (ve emsâlinin) başına gelenleri (ilâhî kahırları ve azap kamçılarını) duyan akıllı insanlar, şu varlıktan (nefsânî arzuların çirkinliklerinden) vazgeçer, hırs ve gururu da bırakır.

Şayet varlık iddiasından, kendini büyük görmekten ve hırstan vazgeçmezse, bu sefer onun bedbaht hâlinden, başkaları ibret alır. (O da belâya uğrar da ibret-i âlem olur!)”

Helak olan kavimler hakkında daha detaylı bilgi için tıklayınız...

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Temmuz, Sayı: 185