Kehf Suresi 110. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Kuran Meali ve Tefsiri

Kehf Suresi 110. ayeti ne anlatıyor? Kehf Suresi 110. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Kehf Suresi 110. Ayetinin Arapçası:

قُلْ اِنَّمَٓا اَنَا۬ بَشَرٌ مِثْلُكُمْ يُوحٰٓى اِلَيَّ اَنَّمَٓا اِلٰهُكُمْ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَمَنْ كَانَ يَرْجُوا لِقَٓاءَ رَبِّه۪ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّه۪ٓ اَحَدًا

Kehf Suresi 110. Ayetinin Meali (Anlamı):

De ki: “Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Şu farkla ki bana, ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyedilmektedir. Artık kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, sâlih ameller işlesin ve Rabbine kulluk ederken hiçbir şeyi O’na ortak koşmasın!”

Kehf Suresi 110. Ayetinin Tefsiri:

Resûlullah (s.a.s.)’in tebliğ buyurduğu İslâm’ın esası şudur: Allah’tan başka ilâh yoktur. Herkesin tek ilâhı O’dur. Dünya hayatından sonra yeniden dirileceğine, Rabbinin huzuruna dönüp hayatının hesabını O’na vereceğine inanan kişi sâlih ameller işlemeli, bunu sadece Allah rızâsı için yapmalı, ibâdetinde hiçbir kimseyi Allah’a ortak koşmamalıdır. Hülâsa bizden istenen makbûl bir iman ve sırf Allah için yapılan bir kulluktur. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm, yüzlerce âyette “iman ve sâlih ameli” birlikte tekrar tekrar telkin buyurmaktadır.

Âyet-i kerîmenin şöyle bir iniş sebebi vardır:

Rivayete göre Cündeb b. Züheyr el-Âmirî, Resûlullah (s.a.s.)’e:

“- Ey Allah’ın Rasûlü, ben yüce Allah için bir amel­de bulunuyor ve sadece O’nun rızâsını diliyorum. Fakat baş­kası tarafından da bilinecek olursa bu beni sevindiriyor” dedi. Peygamberimiz (s.a.s.):

“Muhakkak Allah temiz ve güzeldir. Ancak temiz ve güzel olanı kabul eder, O ihlasla yapılması gerektiği halde kendisine ortak koşulan hiçbir şeyi kabul etmez” buyurdu ve bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu. (Vâhidi, Esbâbu’n-nüzûl, s. 307)

Kur’ân-ı Kerîm şirki kesinlikle yasaklamış ve onun Allah’ın affetmeyeceği büyük bir günah olduğunu haber vermiştir. (bk. Nisâ 4/48, 116) Şirkin açığı olduğu gibi gizlisi de vardır. Allah’tan başkasına tapmak, onları Allah’ı sever gibi sevmek, Allah’tan korkar gibi onlardan korkmak, onlardan yardım dilemek, ilâhmış gibi onlara itaat etmek, korumasına sığınmak ve benzeri davranışlar açık şirke misaldir. İbadetleri gösteriş için yapmak ise gizli şirke misaldir.

Resûlullah (s.a.s.) ümmetini hem açık hem de gizli şirkten sakındırır. Nitekim bir hadis-i şerifte:

“Sizin hakkınızda en çok korktuğum şey küçük şirktir” buyurunca Ashâb-ı kirâm (r.a.): “Ey Allah’ın Rasulü! Küçük şirk nedir?” diye sormuşlar, Efendimiz de: “Riyâdır” diye cevap vermiş, sonra da şöyle buyurmuştur:

“Kıyamet gününde Allah Teâlâ in­sanlara amellerinin karşılığını vereceği zaman, riyakârlara: «Dünyada kendilerine gösteriş yaptığınız kimselere gidin, bakın bakalım onların katında her­hangi bir mükâfat bulabilecek misiniz?» diye seslenecektir.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 428)

Şâir ne güzel söyler:

“Hâlıkı’nı isteyen nâ murâd olmuş değil,

Halka gönül bağlayan sonra peşiman olur.” (Sultan Veled)

“Yaptığı işlerde, ibâdet ve kullukta sadece Yüce Rabbinin hoşnutluğunu arayan kişi, mutlaka istediği neticeye ulaşır. Onun arzusunun boşa çıkması mümkün değildir. Buna karşılık gönlünü Yaratan’ından koparıp halka bağlayan, işlerinde insanların takdir ve değerlendirmelerini hesaba katan kişi sonunda pişman olur.”

Şu ibretli kıssa Allah’a vuslat arzusunun kulun gönlünü bütünüyle kaplamasını ne güzel anlatır:

Rivayet edildiğine göre Yûnus (a.s.), bir defasında Cebrâil (a.s.)’a:

“–Bana yeryüzünün en âbid kimsesini gösterir misin?” dedi.

O da, bir adam gösterdi ki, elleri ve ayakları cüzzamdan dolayı çürümüş bir vaziyetteydi ve gözünü de kaybetmişti. Fakat şöyle demekteydi:

“Allahım! Bana bu eller ve ayaklar vâsıtasıyla ne vermiş isen, ancak sen verdin. Neden uzaklaştırmış isen de, ancak sen uzaklaştırdın. Allahım! Benim içimde Sadece bir arzu bıraktın ki, o da yalnızca sana vuslat arzusudur.”

Mü’minde Allah’a vuslat arzusunun oluşması için dünya nimetlerini oldukçu ölçülü kullanmanın, özellikle açlık, az yeme ve az uyumanın önemi çok büyüktür. Nitekim Muhammed b. el-Yemân, altı farklı meslek grubundan altı şey sorduğunu söyleyip şunları ifade etmiştir:

    “Doktorlardan ilaçların en şifa verenini sordum. Onlar: «En şifa verici ilaç açlık ve az yemektir» dediler.

    Hikmet ehlinden, hikmeti aramak hususunda en lüzumlu şeyi sordum. Onlar: «Açlık ve az yemektir» dediler.

    İbadet edenlerden, Allah’a ibâdet etmek hususunda en faydalı şeyi sordum. Onlar: «Açlık ve az yemektir» dediler.

    Âlimlerden, ilmi hatırda tutmak için en iyi şeyin ne olduğunu sordum. «Açlık ve az uyumaktır» dediler.

    Padişahlardan en iyi yemekleri sordum. Onlar: «Açlık ve az yemektir» dediler.

    Âşıklardan insanı sevgiliye en çok ulaştıran şeyi sordum. «Açlık ve az yemektir» dediler.” (Ahmet Eflâkî, Âriflerin Menkıbeleri, I, 474)

Kehf sûresinin, Peygamberimiz (s.a.s.)’in kendisine vahyedilen bir “beşer” oluşuna temasla sona ermesi, İsrâiloğullarının Îsâ (a.s.) konusundaki sapmalarından bahseden Meryem sûresine geçiş bakımından güzel bir hazırlık teşkil etmektedir. Şimdi ise bir kısım peygamberlere ait harikulâde olayları naklederek bunlar üzerinden insanlığı irşad etmek üzere Meryem sûresi gelmektedir:

Kehf Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Kehf Suresi 110. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...