Kainatta Her Şey Allah’ı Tesbih Eder

Kur'an ve Tefsir

Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah’ı zikreder.

Kâinatta var olan her şey Cenâb-ı Hakk’ı zikir hâlindedir. Kur’an’da Allah Teâlâ insana duyuruyor; “Yedi kat gökler ve yer ve bu ikisi arasındakiler O’nu tesbih ederler; hiçbir şey yoktur ki O’nu hamd ile tesbih etmesin. Ama siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir, çok bağışlayandır.” (İsrâ, 17/44) (Hadîd, 57/1) (Rahman, 29)

Şems-i Tebrizi Hazretleri bu konu hakkında; Cansız nesnelerin konuşmaları ve hareketleri hakkında söz söylüyorum ama bilim adamları (felsefeciler) bunu kabul etmiyorlar. Şimdi ben (bu şeyleri gören) gözlere ne yapayım? Peygamber’in “inleyen ağaç” hakkında rivâyeti var. Bunu anlayanlar nerde?” “Su ile uyuşan toprak daima yeşil kalır. Hele o toprak …uyanık ve konuşkan olursa, bu toprak kendini bezeyenleri bilir. Aklı başında olan ondan nasıl habersiz yaşayabilir?” “Cansız varlıkların da ayrılma ve birleşmeleri vardır. Ancak onların iniltileri duyulmaz. Nasıl ki Kur’an’da; “Her varlık kendi diliyle Allah’ı tesbih eder. Allah’ı tesbih etmeyen varlık yok.” buyurmuştur.

İNSAN VE TABİAT İLİŞKİSİ

İnsanın ilahî tabiatı ve evrendeki yeriyle ilgili bir tarif de Seyyid Hüseyin Nasr tarafından yapılmıştır: “İnsanoğlu tabiat için bir rahmet kanalıdır; insan manevî hayata aktif katılımıyla tabiata ışık saçar. İnsan tabiatın nefes aldığı ve can bulduğu ağızdır. İnsan ve tabiat arasındaki bu sıkı bağ nedeniyle insanın batınî halleri zahirî düzende yansır. Şayet veliler ve arifler olmasaydı tabiat onu aydınlatan ışıktan ve onu canlı tutan havadan mahrum kalırdı. Bu, neden insanoğlunun manevî varlığı karanlık ve kaos içinde olduğunda tabiatın da ahenk ve güzellikten dengesizlik ve düzensizliğe döndüğünü açıklamaktadır.”

“Sadece zahirde yaşayan insanlar tabiatı istedikleri gibi şekillendirip hükmedebilecekleri bir şey olarak görürler. Ancak varlığının batınî boyutuna yönelen kişi tabiatı bir sembol, şeffaf bir gerçeklik olarak görüp onu tam manasıyla idrak edebilir.”

“İnsana indirilen vahiy (Kur’an), kendisi de bir Kitab olan kozmik Vahiy’den ayrılamaz. İslam, insanı tabiattan ve tabii ilimleri marifetten ve tabiatın metafizik boyutundan ayırmayı reddederek, kâinata dair bütüncül bir görüşü korumuştur ve kozmik ve tabii düzenin damarlarında ilahî rahmet akışını görmektedir.”

AĞAÇLAR ALLAH’A SECDE EDİYOR

Özel olarak üzerinde durduğumuz ağaçlar da bundan ayrı değildir. Nitekim yine Kur’an-ı Kerim’de ağaçların bu haliyle ilgili şöyle buyrulmuştur; Göklerde ve yerde olanların, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanların ve insanların birçoğunun Allah’a secde ettiklerini görmüyor musun? (el-Hac, 22/18)

Rahman Suresinde, kâinatın düzeninden, sırlarından, güzelliklerinden, nimetlerden bahsedilmektedir.Câbir b. Abdullah’tan nakledilen bir rivayete göre Hz. Peygamber ashabına Rahmân sûresini okumuş, onların sükût etmesi üzerine de, Ben bu sûreyi kendilerine mahsus gecede cinlere okuduğumda sizden daha güzel bir karşılık verdiler. ‘Rabbinizin nimetlerinden hangisini inkâr edebilirsiniz?’ âyetlerine geldiğim zaman onlar, ‘Hayır, ey Rabbimiz, senin nimetlerinden hiçbirini inkâr etmeyiz, hamd ve şükür sana mahsustur’ dediler” buyurmuştur. (Tirmizî, “Tefsîrü’l-Ḳurʾân”, 55; İbrâhim Ali)

Rahman Surenin ilk altı ayetinde Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Rahmân, Kur’an’ı öğretti. İnsanı yarattı. Ona beyanı (düşünüp ifade etmeyi) öğretti. Güneş ve ay bir hesaba göre hareket etmektedir. Otlar ve ağaçlar (Allah’a) boyun eğerler.” Ayetlerdeki manaları vesıralamaları üzerine tefekkür edildiğinde insanın yaratılış evreleri anlatıldıktan sonra 6. ayette doğanın yaratılış sırrını anlatıyor; kâinatta var olan her şey Allah’ı(c.c) zikretmektedir. Yalnızca kâinattaki nimetlerden değil, nimetlerin yaratılış hikmetinden bahsediliyor, varlığının batınî boyutuna bahsediliyor. Hz. Mevlana’nın: “Muhabbetin hakîkatini bir ağaçtan duy ve ondan ibret al!”ifadesi ile söylediği gibi…

Tüm varlık, sebeb-i hilkat-i âlem olan Efendimiz’e (sav) doğru yönelmiştir. Her bir varlık ona hizmet etmek gayretindedir. Bir işaretiyle ikiye bölünen ve sonra tekrar birleşen ay, ona gölgelik eden bulut, hutbe okuduğu kütük, dile gelen taşlar, ayrılığa dayanamayıp hayatına son veren devesi bunlara birer örnektir. Yine Efendimizin (sav) emriyle, zaten zikir halinde olan ağaçların insan gibi hareket ettikleri, dile geldikleri de görülmüştür. Bir anlamda ağaçların zaten hal diliyle yaptıkları zikirlerini, ağaçları yürütüp konuşturarak göstermiştir.

İSLAM AĞACI

Ölümün dört yanı sardığı anlarda canlarını İslam uğruna feda eden şehitler, kendi kıyametlerinin yakınlığını hissettikleri halde canlarını şehâdet toprağına bırakmış, İslam ağacını sulamışlardır. Bu ağacın bünyesine karışarak daimi diriliği bulmuşlar, arkalarından gelenlere fedakârlıklarını, uğruna yaşadıkları değerleri birer emanet olarak bırakmışlardır. Habil’in İslam ahlakına uygun davranmakla hizmet ettiği İslam Ağacı, onun gibi canlarından geçen şehitlerce hep yemyeşil olacaktır. Meyveleriyle, gölgesiyle hep yaşayacak ve yaşatıcı olacaktır. Müslümanlar, İslam’ı yaşadıkça, ona sahip çıktıkça gölgesinden, meyvelerinden nasiplenebilir. Ondaki bu yaşatıcılığa katlanamayan, kendi kanlı düzenlerinin bozulacağından korkan ‘Kabiller’ ise kıyamete kadar onu baltalama ve kurutma çabalarını sürdürecektir. Dünya tarihine ve günümüze bakıldığında Kabillerin, Habiller üzerindeki zulmü açıkça görünmektedir. Irak’ta, Afganistan’da, Filistin’de, Suriye’de, Doğu Türkistan’da, Bosna’da yaşananlar Habil’in uğruna canından geçtiği İslam ağacına duyulan düşmanlıktan ötürüdür. Ancak tüm bu düşmanlıkların o kutlu ağaca zarar veremeyeceği de açıktır.

BİZİ TOPRAĞA GÖMDÜLER AMA TOHUM OLDUĞUMUZU BİLMİYORLARDI

Aliya İzzetbegoviç’in Bizi toprağa gömdüler ama tohum olduğumuzu bilmiyorlardı.” sözüyle ifade ettiği gibi, görebilenler için her türlü zulme rağmen yaşamaya ve yaşatmaya devam edecektir. Bazı insanlar öyle yaşarlar ki sâlih amelleri ile dikmiş oldukları hayır fidanları, onlar bu dünyayı terk etmiş olsalar bile insanlara gölgelik olmaya, nimet sunmaya devam eder.

Kaynak:Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, Sayı: 405