Kadınlar Huzur ve Saâdeti Nerede Aramalı?

Aile Hayatımız

Kadının İslâm’daki mevkii nedir? Günümüzde kadınlar çeşitli vesîlelerle ve yaldızlı sözlerle sokaklarda mutluluğu aramaya itiliyor. Kadınlar huzur ve saâdeti nerede aramalıdır? İşte tüm cevaplar...

Kadının fazilet ve iffeti, toplumu cennete çevirir. O cennette büyüyen nesiller de, toplumların huzur kaynağı olur. Bu bakımdan sâlihâ kadın; âilede, toplumun billur bir âvizesi gibidir.

KADININ OLGUNLUĞU ALLAH'IN VERDİĞİ GÜZEL HASLETLERİ KORUMASIDIR

Cenâb-ı Hak, kadını duygu bakımından erkeğe göre daha zengin yaratmıştır. Bu duygu ve his zenginliği, kadına Allah’ın yüklediği bir temel vazifenin îcabıdır. Bu vazife, neslin muhafazası ve terbiyesidir. Bu ilâhî tanzimin dışına çıkılırsa, kadının fıtratına ihânet edilmiş olur.

Çağımızda kadınlarla erkekler arasında uydurma bir eşitlik yarışı başlatılmıştır. Yaratılıştaki hususiyetlere zıt olan bu yarış, hanımlık ve annelik vazîfelerini zedelemiş, âilenin huzur ve sükûnu kaybolmuş, toplum hayatı sarsılmış, fertler şahsiyetini yitirmiştir.

Kadın ve erkeğin fizîkî, rûhî yaratılış ve fıtratları eşit değildir ki, fiilî veya hukûkî eşitlik gerekli olsun. Mühim olan her alanda bir eşitlik değil, haklar ve vazifeler arasındaki dengedir.

Cenâb-ı Hak, kadınlar ve erkekler arasında birbirlerini ikmâl eden, çok güzel bir vazîfe taksimi yapmış ve her ikisine ayrı ayrı kâbiliyetler vermiştir. Kadın ve erkek, ancak madden ve mânen bütünleştiği zaman yaratılış gâyesine uygun bir olgunluk meydana gelir; âile ve bunun neticesinde toplum huzurlu olur.

Kadının olgunluğu, Allah’ın verdiği güzel hasletleri koruması ve geliştirmesi ile ortaya çıkar. Kadın, sahip olduğu bu hasletleri, ilâhî tanzime ters bir şekilde yönlendirir, kendi hakîkat ve haysiyetine vedâ ederse kıymetini mahvetmiş; letâfet, nezâket ve zarâfetini zâyî etmiş olur. Böylece toplum hayatı çoraklaşır.

CENNET ANNELERİN AYAĞI ALTINDA

Kadının yaratılışına göre yaşaması toplumu cennete çevirir. Kadın; âilede, toplumun billur bir âvizesi gibidir. Tarih sayfalarını karıştırdığımız zaman görürüz ki, toplumlar hanımlarla âbâd olmuş ve yine onların elleriyle berbât olmuşlardır. Eğer kadınlara mutluluk için sokaklar gösterilirse, hayat yolları cam kırıkları ile dolar.

Kadının saâdeti, haysiyetini koruyarak yaşamasında ve âilesini muhafazasındadır. “Cennet annelerin ayağı altındadır.” [1] (Suyûtî, Câmius’sağîr, I, 125) hadîs-i şerîfi, gerçek anne için Peygamberimizin ne büyük bir müjdesidir.

Fazîletli anne, ilâhî kudretin genişletilmiş bir rahmet kucağı, âilede saâdet kaynağı, zevk ve safâ ışığı, âile fertlerinin şefkat odağıdır. Rabbimizin, “er-Rahmân” ve “er-Rahîm” esmâsının dünyadaki müstesnâ ve mûtena bir tecellîgâhıdır.

Bizleri önce bir müddet karnında, sonra kollarında ve ölünceye kadar kalplerinde taşıyan annelerimize gösterilecek sevgi ve saygıya denk başka bir varlık yaratılmamıştır. Ev tanzimi ve evlât terbiyesini omuzlarına alan anne, cidden engin bir sevgiye, derin bir saygıya ve ömürlük bir teşekküre lâyıktır.

Bir anne ruhunda biriken engin şefkatin sınırlarını tayin edebilecek bir ölçü var mıdır? Yememiş yedirmiş, giymemiş giydirmiş, uyumamış uyutmuş... Hayatın fırtınalarında bizlere bir toz konmasın diye bütün varlığını vakfetmiş olan anne ve babaların haklarını ödeyebilmek mümkün müdür?

ANNELİK HAKKINDA EN CANLI MİSAL

Mevlânâ hazretleri şöyle buyurmaktadır:

“–Anne hakkına dikkat et! Onu başında taç et! Zira anneler doğum sancısı çekmeselerdi, çocuklar da dünyaya gelmeye yol bulamazlardı.”

Büyük velî ve İslâm hukukçusu olan İmâm-ı A’zam hazretleri, zulme âlet olmamak için Bağdat kadılığını reddetmişti. Halife Ebû Câfer Mansur, onu cezâlandırmak için hapse attırmış ve kırbaç cezâsına çarptırmıştı. Her gün vurma sayısını da arttırıyordu. İmâm-ı A’zam Hazretleri ise kırbaçlar altında çektiği ıstıraptan ziyade: “Ya şu hâlimi annem duyarsa ne yapar?” endişesiyle dostlarına haber gönderdi:

“–Aman bu hâlimi anneciğim duymasın. O benim acı çekmeme tahammül gösteremez, mahvolur!.. Ben de onun üzülmesine dayanamam!” diyerek, bir anne muhabbetinin en canlı misâlini vermiştir. Anne muhabbeti, kendisine kırbaç acısını âdeta hissettirmemiştir.

Bahâuddin Nakşibend Hazretleri de:

“–Bizim kabrimizi ziyârete gelenler, önce vâlidemizin kabrini ziyâret etsinler!” buyurarak, anne sevgisinin enginliğine müşahhas bir misâl teşkil etmiştir.

Abdurrahman Molla Câmi ise:

“–Ben annemi nasıl sevmem ki, o beni bir müddet cisminde, bir müddet kollarında, hayat boyu da kalbinde taşımaktadır!..”


[1] Benzer bir hadîs-i şerîf ise şöyledir: “«Câhime» isimli sahâbî Peygamberimize gelerek:

“−Yâ Resûlallah savaşa katılmak istiyorum. Bunu seninle istişâre etmeye geldim.” der. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ona:

“−Annen sağ mıdır?” diye sorar. O da: “−Evet.” der.

Peygamber Efendimiz: “−O hâlde annene hizmet et, çünkü cennet onun ayakları altındadır.” buyurur. (Nesâî, Cihâd, 6)

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Huzurlu Aile Yuvası, Erkam Yayınları, 2013