İslam’a İhanet Edenlerin Feci Akıbeti

Menkıbeler

İslam’a ihanetin bir bedeli var mıdır? İslam ile şereflenip daha sonra eski dinine dönen Neccâroğulları’ndan Hristiyan bir adamın ibretlik hikâyesini yazımızda okuyabilirsiniz.

Bir kul için, Hakk’a vâsıl olmaktan daha büyük bir izzet ve Hak’tan uzak düşmekten daha büyük bir zillet olamaz.

Hak Teâlâ’nın indinde değer kazananlar, îman nîmetini gönüllerine rûhâniyet, aşk ve vecd ile nakşettiklerinden dolayı izzet kazanmışlardır. O’nun muhabbetinden bir nebze dahî nasip alamamış bahtsız gönüller ise, -Allah muhafaza buyursun- adım adım İblis’in izini takip ettiklerinden dolayı zelil olmuşlardır.

TOPRAĞIN KABUL ETMEDİĞİ CESET

Nitekim tarihin silinmez sayfaları, Allâh’ın hidâyet çağrısına uymayan, Hak dîne ihânet ederek dîni tahrife yeltenen ve kendi hissiyâtına göre Allâh’ın âyetlerini yorumlayanların fecî âkıbetlerini bildiren manzaralarla doludur. Bu manzaralardan bir tanesi de Enes bin Mâlik -radıyallâhu anh-’ın bizlere naklettiği şu hâdisedir:

“(Neccâroğulları’ndan) Hristiyan bir adam vardı. Sonra Müslüman oldu, Bakara ve Âl-i İmrân sûrelerini okudu (ezberledi). Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bir müddet vahiy kâtipliği dahî yaptı. Fakat bu bahtsız adam, daha sonra Hristiyanlığa geri döndü. Bu mürted, yani dinden dönen kişi:

“−Muhammed bir şey bilmez, yalnız benim kendisine yazdığım şeyleri bilir” diye yalanlar uydurarak büyük bir ihânette bulundu.

Bunun üzerine Allah Teâlâ (dînine ve peygamberine yapmış olduğu ihânet ve edepsizlikten dolayı) onu helâk etti. Hristiyanlar cenazeyi defnettiler. Fakat sabah olunca yerin (toprağın) onu dı­şarı attığını gördüler. (Bunun üzerine hemen Müslümanlar aleyhine):

“−Bu, Muhammed ve ashâbının işidir. Onların arasından çıkıp kaçtığı için bu din kardeşimizin ölüsünden kefenini soyup onu meydana attılar.” diye iftirada bulundular.

Daha sonra o kimse için biraz daha derin bir çukur kazıp cesedini içine bıraktılar. Fakat sabah olunca yer onu yine dışına attı. Hristiyanlar da daha evvel söylediklerini yine tekrarlayarak bu sefer daha büyük bir çukur kazdılar ve güçleri yettiği kadar da derinleştirdiler. Fakat sabah olunca, yerin, onu yine yüz üstü dışarı at­mış olduğunu gördüler. Bunun üzerine anladılar ki bu, insanlar tarafından yapılan bir iş değildir. Sonra onu açığa terk edip gittiler. (Buhârî, Menâkıb, 25; Müslim, Münâfıkîn, 14)

Bu hâdise ile ilgili olarak Ahmed bin Hanbel şu ilâveyi zikretmektedir:

(Enes bin Mâlik rivâyetine devamla der ki:)

Adam öldüğünde Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“−Yer onu kabûl etmez!” buyurdu.

Üvey babam Ebû Talha, adamın öldüğü yere gitti. Onun ortalığa atılmış olduğunu gördü. Çevresindekilere:

“−Bu adamın durumu nedir?” diye sorunca onlar:

“−Kendisini defâlarca gömdük, ancak yer onu dışarı fırlattı, kabul etmedi.” dediler. (Ahmed, III, 120)

İşte, İslâm nîmetinin kıymetini bilmeyip Hak dîne ihânet eden ve bununla da kalmayarak dîni tahrife kalkışan bir bedbahtın kıyâmete kadar dillerde dolaşacak hazin âkıbetinin ibret dolu hikâyesi…

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül Yolculuğu, Erkam Yayınları