İslam Medeniyetinde 'vakıf İnsanlar'

HİZMET

Her medeniyet, kendi insan tipini vücûda getirir. O insan tipi de, mensup olduğu medeniyetin sıfat ve karakterleriyle âhenk arz eder. İslâm medeniyetinin inşâ ettiği insan şahsiyetinin zirvesi ise; gönüllerini bütün mahlûkâtı şefkatle kucaklayan bir rahmet dergâhı hâline getirmiş olan “vakıf insan”lardır.

İnsanların huzur ve sükûn içinde hayâtiyetlerini devam ettirmeleri, ancak “vakıf insan”ların toplumu âdeta bir şefkat ağıyla örmeleri sâyesinde mümkündür. Aynı şekilde toplumların şeref ve şanları da, ekseriyetle bu vakıf insanların ömürleri kadardır…

Vakıf insanların en zirvesinde bulunanlar; peygamberler, sahâbe-i kirâm, velîler ve onların terbiye ettikleridir. Onlar, çok kısa zamanda gönüllerdeki îman heyecânını dün yanın dört bir tarafına taşımışlar, yine tarihin en güzîde altın sahîfelerini onlar doldurmuşlardır. Nitekim Osmanlı Devleti’nin asıl mîmârı, Allâh’ın has kulu Şeyh Edebali Hazretleri’dir. Öyle ki, Edebali silsilesi devam ettiği müddetçe cihan sultanlarına yön verilmiş ve insanlık, aradığı huzura kavuşmuştur. Bu itibarla onun ve silsilesinin yetiştirdiği zâhir ve bâtın sultanlarının aşk ve vecdine yakından şâhid olmak ve o hâli yeniden yaşayarak kendimizi istikâmetlendirmek mecbûriyetindeyiz.

EDEP VE İHTİRÂM NUMUNESİ OSMANLI

İslâm tarihinin sahâbe devrinden sonraki en ihtişamlı safhasını teşkîl eden Osmanlı Devleti, pâdişâhından çobanına kadar bütün halkının Peygamber muhabbetiyle temeyyüz ettiği bir devlettir. Hazret-i Peygamber -aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm-’a, her adı anıldığında salât ü selâm getirmenin yanında, ihtirâm ile elini kalbine koymak, O’nun mevlid-i şerîfi okunurken velâdet ânını ifâde eden mısrâları topyekûn ayakta dinlemek gibi sayısız ihtiram tezâhürünün en mükemmel örneklerini, bu yüce devletin zirvesindeki pâdişahlar, bir örf hâline getirerek ortaya koymuşlardır.

Medîne-i Münevvere postası geldiği zaman abdestini tazelemeden, oradan gelen kâğıtları öpüp gözüne sürmeden ve ayağa kalkmadan okutturan bir tek Osmanlı pâdişâhı yoktur. Ayrıca Mescid-i Nebevî’nin tâmirinde her taşı, abdestli olarak ve besmele ile yerine koyan Osmanlılar’ın bu tâmir esnâsında çekiçlerine keçe bağlayarak rûhâniyet-i Rasûlullâh’ı tedirgin kılmaktan teeddüb etmeleri, misli görülmemiş birer edep ve ihtiram numûnesidir.

OSMANLI'DA İMÂN VECDİ

Bütün bu muhabbet tezâhürleri ve ulvî husûsiyetler de gösteriyor ki, Osman Gâzi’nin:

“Gâyemiz, kuru bir cihangirlik değil, i‘lâ-yı kelimetullâh’dır!” şeklindeki son sözleri, bütün sultanlara rehber olmuş, bu va si yetten ayrılmamak için tâ rihî bir îtinâ ve titizlik gösterilmiştir. Orhan Gâzi’nin, oğlu Murad Hân’a verdiği şu tâlimat, sahip oldukları îman vecdinin ufkunu göstermeye kâfîdir:

“Osmanlı’ya iki kıt’a üzerinde hükmetmek yetmez! Zira i‘lâ-yı kelimetullâh (Allâh’ın dînini yüceltmek) azmi iki kıt’aya sığmayacak kadar büyük bir dâvâdır! Selçuklular’ın vârisi biz olduğumuz gibi Roma’nın (Avrupa’nın) da vârisi biziz!..”

Kaynak: Osman Nûri  Topbaş, Âbide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Erkam Yayınları.