İslam Köleliği Niçin Doğrudan Kaldırmadı?

Sorularla İslam

İslam köleliği yasakladı mı? İslâmiyet köleliği kabul etmiyorsa neden birden bire ortadan kaldırmadı?

İslâm, idealizm ile realizm arasında bir denge tesis eder. İslâm’ın geldiği dönemde köleliğin kaldırılması bir ütopya, yani hayal olurdu. İçtimâî gerçeklere muvâfık düşmezdi.

Nitekim efendileri tarafından âzâd edilen birçok köle, gidecek yer dahî bulamaz, yine mevlâsının (kendisini âzâd eden eski efendisinin) hizmetinde kalmaya devam ederdi. Onların destekleriyle hayatlarını sürdürürlerdi.

Ayrıca kölelik, beynelmilel (milletler arası) bir müessesedir. Onu tek taraflı olarak kaldırmak mümkün değildir. Şayet İslâm, köleliği doğrudan kaldırsaydı, harplerde esir düşen Müslümanlar köleleştirilir, fakat İslâm orduları, aldıkları esirleri serbest bırakmak zorunda kalırlardı. Bu ise Müslümanların aleyhine bir durum olurdu. Hâlbuki milletler arası meseleler, mütekābiliyet kâidesine, yani muhâtabına onun yaptığı muâmelenin dengiyle karşılık verme esâsına dayanır.

İslâm, kendi îcâd etmediği kölelik müessesesini, en âdil ve merhametli şartlarla yeniden tesis etmiştir. Şöyle ki:

  • İslâm, köleleri âzâd etmeyi kuvvetle teşvik etmiştir:

Köle âzâdı çok büyük bir sevap kaynağıdır. Âyet-i kerîmede buyrulur:

“Fakat o (insan), sarp yokuşu aşamadı. O sarp yokuş nedir bilir misin? Köle âzâd etmek veya açlık gününde yakını olan bir yetimi yahut aç-açık bir yoksulu doyurmaktır.” (el-Beled, 11-16)

Hatâen öldürme, yemin ve zıhâr keffâreti için gerekli vecîbelerden biri, köle âzâd etmektir.[1]

Mükâtebe, yani kölenin efendisiyle anlaşarak, çalışması ve para karşılığında âzâd olması, âyet-i kerîme ile teşvik edilmiştir.[2]

  • Köleler hizmette tutulacak ise, insanca davranılacaktır:

Câhiliye devrinde kölelere insan gibi davranılmazdı. Hattâ Ebû Süfyan’ın karısı Hind’in, İslâm’ın tebliğâtını duyunca;

“‒Böyle din mi olur? Ben bir köleyle bir mi olacağım?!” dediği rivâyet edilir.

Dînimizde kölelere iyi davranmak, onlara eziyet etmemek, yediğinden yedirmek, giydiğinden giydirmek, yapamayacağı kadar ağır bir işi vermemek şeklinde yüksek ölçüler getirilmiştir.

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“...Sahip olduğunuz kölelere iyilikte bulunun!..” (en-Nisâ, 36)

Bilâl radıyallâhu anh azılı müşriklerden Ümeyye bin Halef’in kölesiydi. Hazret-i Ebûbekir radıyallâhu anh onu âzâd ederek, Ümeyye’nin zulmünden kurtardı. Müteâkip yıllarda, güzel sesi dolayısıyla Hazret-i Bilâl, Peygamberimiz’in müezzini oldu.

Dolayısıyla İslâm, toplumda efendi ve köle şeklindeki sınıf farkını, bir nevi “kast sistemi”ni sona erdirdi.

Buna rağmen câhiliyenin izleri hemen silinemedi. Hazret-i Bilâl, Habeş asıllıydı ve siyâhî idi. Bir gün Ebû Zer radıyallâhu anh ona bir kızgınlık ânında;

“–Ey kara kadının oğlu!” diye hitâb etmişti. Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, onu ağır bir şekilde îkaz etti.

Ebû Zer radıyallâhu anh’ın daha sonraki bir hâlini Ma’rûr bin Süveyd şöyle anlatır:

“Bir gün Ebû Zer radıyallâhu anh ile karşılaştım. Üzerinde değerli bir elbise vardı. Aynı elbiseden kölesinin üzerinde de olduğunu görünce, kendisine bunun sebebini sordum. Ebû Zer radıyallâhu anh Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem zamanında bir kişiye hakaret ettiğini ve onu annesinden dolayı ayıpladığını anlattı. Bunun üzerine Nebî sallâllâhu aleyhi ve sellem ona şöyle buyurmuş:

«Sen, kendisinde câhiliye huyu bulunan bir kimsesin!

Onlar sizin hizmetkârlarınız ve aynı zamanda kardeşlerinizdir. Allah onları sizin himâyenize vermiştir.

Kimin himâyesinde bir kardeşi varsa, kendi yediğinden ona yedirsin, giydiğinden de giydirsin. Onlara üstesinden gelemeyecekleri şeyleri yüklemeyin. Şayet yükleyecek olursanız kendilerine yardım edin.»” (Buhârî, Îmân 22, Itk 15; Müslim, Eymân, 40)

Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, efendisi tarafından yüzüne bir tokat vurulan kölenin derhâl âzâd edilmesini emretmiştir. (Müslim, Eymân, 32-33)

Ebû Mes’ûd el-Bedrî radıyallâhu anh şöyle anlatmıştır:

“Kölemi kamçı ile döverken arkamdan;

«–Ey Ebû Mesut, bilesin ki...» diye bir ses duydum. Ancak kızgınlığımdan sesin sahibini çıkaramadım, sözün gerisini de anlamadım. Yaklaşınca bir de ne göreyim; Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem değil mi! Ve bana;

«–Ey Ebû Mesut! Bilesin ki Allâh’ın gücü sana, senin bu köleye gücünün yettiğinden çok daha fazla yeter!» diyordu.

O’nun heybetinden elimdeki kırbaç yere düşüverdi.

Bunun üzerine ben;

«–Bundan böyle bir daha aslâ köle dövmeyeceğim!»

(Diğer bir rivâyette);

«–Ey Allâh’ın Rasûlü! Allah rızâsı için bu köleyi âzâd ettim!» dedim.

Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem de şöyle buyurdu:

«–Bak! Eğer böyle yapmasaydın, seni mutlaka Cehennem ateşi sarardı.»” (Müslim, Eymân, 34-35)

Yine bir gün Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz’e gelen bir adam:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Benim kölelerim var. Durmadan bana yalan söylüyor, ihânet ediyor ve başkaldırıyorlar. Ben de onları azarlıyor ve dövüyorum. Onlar yüzünden benim durumum ne olacak?” diye sordu.

Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“–Onların sana karşı yaptıkları hıyânet, isyan ve yalanlar ile senin onlara verdiğin cezâ hesaplanacak, eğer senin verdiğin cezâ onların suçuna eşit olursa senin lehine veya aleyhine bir şey yoktur. Eğer senin verdiğin cezâ, onların suçundan az ise, bu senin lehine bir fazîlet olacaktır. Eğer verdiğin cezâ, onların suçunu aşarsa, o fazlalığı ödemek zorunda kalacaksın ki, bu senden kısas yoluyla alınacaktır.”

Adam bir kenara çekilerek hüngür hüngür ağlamaya başladı.

Bunun üzerine Rasûlullah sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurdu:

“–Allah Teâlâ’nın; «Biz, kıyâmet günü için adâlet terazileri kurarız. Artık kimseye, hiçbir şekilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahî olsa, onu (adâlet terazisine) getiririz. Hesap gören olarak Biz (herkese) yeteriz.»[3] âyet-i kerîmesini okumuyor musun?”

Adam bunun üzerine şöyle dedi:

“–Vallâhi yâ Rasûlâllah, hem kendim hem de onlar için birbirimizden ayrılmaktan daha hayırlı bir yol kalmadı. Şâhid olunuz, onların hepsi de hürdür.” (Tirmizî, Tefsîr, 21/3165)

Allah Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in vefâtı esnâsındaki şu son sözleri de çok mânidardır:

“Namaza, özellikle namaza dikkat ediniz. Elinizin altında bulunanlar hakkında da Allah’tan korkunuz.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124/5156; İbn-i Mâce, Vasâyâ, 1)

İslâm’ın kölelere dâir getirdiği bu hak ve hukuka riâyet edildiğinde, neredeyse köle edinmemek, köle almaktan daha hayırlı hâle gelmiş, köle sahibi olmak da bir bakıma köle olmak mânâsı taşımıştır. Takvâ sahibi birçok müslüman, bu ağır şartlardan korkarak ve Cenâb-ı Hakk’ın rahmetini umarak kölelerini âzâd etmişlerdir.

Şu hâdise ne kadar ibretlidir:

Hak dostlarından Câfer-i Sâdık Hazretleri’nin bir kölesi vardı. O, ibrikten su döküyor, Hazret de leğende ellerini yıkıyordu. Birden su elbisesine sıçradı. Câfer-i Sâdık Hazretleri köleye biraz kızarak baktı. Bunun üzerine köle:

“–Efendim, Kur’ân-ı Kerîm’de «وَالْكَاظِم۪ينَ الْغَيْظَ : Öfkelerini yutanlar»[4] Allâh’ın mağfireti ve Cennet’le müjdeleniyor.” dedi. O zaman Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Öfkemi yuttum!” dedi. Köle, âyetin devamını okudu:

“–وَالْعَاف۪ينَ عَنِ النَّاسِ : İnsanları affedenler.

Câfer Hazretleri:

“–Haydi seni affettim.” dedi. Köle yine âyetin devamını okudu:

“–وَاللّٰهُ يُحِبُّ الْمُحْسِن۪ينَ : Allah ihsanda bulunan, iyilik eden kimseleri sever!

Bunun üzerine Câfer-i Sâdık Hazretleri:

“–Haydi git; bundan böyle sen, Allah rızâsı için hürsün! Şu bin dinar para da senin!” buyurdu.[5]

Diğer taraftan, İslâm tarihinde kölelik müessesesi, rahmet dergâhı gönüller tarafından, mühim bir tahsil ve terbiye vasıtası olarak da kullanılmıştır.

Abdullah ibn-i Ömer radıyallâhu anhumâ Hazretleri, namaza başlayan kölelerini âzâd ederdi. Dostlarından biri onu uyarma gereği duydu. Kölelerinden bir kısmının sırf âzâd edilmek için camiye gittiğini söyleyince ona şu cevâbı verdi:

“–Bizi Allah ile aldatmak isteyenlere aldanmaya (yani tecâhül gösterip, aldanıyormuş gibi yapmaya) râzıyız!”

Abdullah ibn-i Ömer Hazretleri, çeşitli vesîlelerle 1000’den fazla köle âzâd etmiştir.[6]

Sahâbîlerin âzatlıları, onların en meşhur talebeleridir. Bu tarz yetiştirilen âlimlere, “Mevâlî: Âzatlılar” denilirdi.

Ayrıca Osmanlı’da da devşirme metodu, gayrimüslim unsurlardan alınan kâbiliyetli evlâtların kıymetli bir eğitimden geçirilerek, asker ve devlet adamı olmalarına vesîle olmuştur. Târihî kaynaklara baktığımızda görmekteyiz ki bu evlâtlar, yüksek kaliteli bir tahsile seçildikleri için, aileleri de bundan memnun oluyordu.

Dipnotlar:

[1] Bkz. en-Nisâ, 92; el-Mâide, 89; el-Mücâdele, 3-4. [2] Bkz. en-Nûr, 33. [3] el-Enbiyâ, 47. [4] Âl-i İmrân, 134. [5] İbnü’l-Cevzî, Bahru’d-Dümû’, s. 142. [6] Riyâzu’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, c. 1, sf. 139, Erkam Yay. İstanbul 2001.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, İslam Tefekkür Ufku, Erkam Yayınları