Iskat ve Devir Ne Demek?

Namaz İlmihali

Iskat ve devir nedir, nasıl hesaplanır? Devir ve ıskatın dinimizde yeri var mıdır?

İskat; düşürmek, borçtan kurtarmak demektir. İbadetlerde iskat; namaz, oruç, kurban, adak, kefâret gibi ibadet ve borçları eda veya kaza etmeden vefat eden bir kimseyi, bu borçlarından kurtarmak için yoksullara fidye ödenmesi işlemini ifade eder. Fıkıhta daha çok namaz ve oruç borcunu düşürmek anlamına gelen iskat-ı salât ve iskat-ı savm terimleri kullanılır. Burada fidye, sözü edilen ibadetleri sağlığında iken yerine getirmeyen kimsenin üzerinden bunları düşürmek amacıyla, ölümünden sonra, bu kişinin miras malından yoksullara yapılacak aynî veya nakdî ödemeleri ifade eder. Devir de, ayrılan meblağ, fidye olarak hesaplanan meblağdan az olduğu takdirde, bunu toplam fidye miktarına yükseltmek için yapılan bir işlemdir.

ISKAT VE DEVİR NASIL HESAPLANIR?

İskat ve devir işlemi sağlığında iken yerine getirilmemiş bulunan farz veya vacip ibadetler için söz konusu olur. Beş vakit farz namaz, vitir namazları, ramazan orucu, kurban ve adak bu niteliktedir.

İşaret yoluyla da olsa namaz kılmaya gücü yettiği halde, özür veya tembellik yüzünden kılamadığı birçok farz veya vacip namaz borcuyla ölen kimsenin malından tasaddut ederek, bu namazların sorumluluğundan kurtulması mümkün olur mu? Kimi fakihlere göre, böyle bir kimse, sağlığında iken vasiyet ettiği takdirde, terekesinin üçte birinden, hesaplanacak her farz namaz ve vitir namazı sayısınca namaz fidyesi verilerek, affedilmesi için Cenâb-ı Hakk’a niyazda bulunulur. Bu fidyenin miktarı oruç fidyesi kadar olup, bu da yarım sâ’ buğdaydan ibarettir. (1 sâ’; şer’î dirheme göre 2,917 kg.; örfî dirheme göre ise 3,333 kg. buğdaydır.) Ancak temelde bir fidye bir yoksulun günlük yeme içme masrafına denk olmalıdır.

Ölen kimse iskat-ı salat için birşey vasiyet etmemişse, akıllı ve ergen mirasçılarından birisinin, teberrû olarak vereceği mal ile de iskat-ı salât muamelesi yapılabilir. Yabancı bir kimse tarafından ölü adına yapılacak tasaddukun sevabı da ölüye ulaşır.

Bir kimse hayatta iken namaz için fidye veremez. Çünkü bu namazları kaza etmesi muhtemeldir. Fakat bunları kaza edemeyeceğini dikkate alarak vasiyette bulunursa, bu vasiyet ölümünde, mirasçıları varsa terekenin üçte birinden, mirasçısı yoksa tamamından yerine getirilir.

Namaz fidyesi için ayrılan para yeterli olmazsa, bu, devir yoluyla on yoksula veya yine bu yolla bir veya birkaç yoksula verilebilir.

Meselâ; bir yıllık namaz borcu olan kimse ölse, bir aylık namaz vitirle birlikte 180 vakit, bir yıllık namaz ise 2160 vakit olur. O yılın fidyesini 20 lira kabul edersek 43.200 lira olur. Iskât- ı salât için yalnız 4320 lira ayrılmışsa, bu meblağ on fakire 432’şer lira olarak hibe edilir. Yoksullar da, çıkın içindeki bu parayı tekrar, ölünün mirasçısına bağışlarlar. Bu karşılıklı bağışlama işi 10 defa devir edilince, bir yıllık namazın toplam fidye tutarına ulaşılır. Ya da paranın bütünü on yoksuldan birisine verilir, kendi aralarında on kez dolaştırılarak, on katına çıkarılmış sayılır.

Ancak şekil olarak baş vurulan bu çare anlamsızdır ve samimilikten uzaktır. Çünkü namaz bedenî bir ibadettir. Bu gibi anlamsız şekilcilikle, yükümlünün borçtan kurtulacağına dair kesin bir delil de yoktur.

Diğer yandan ölünün velisi onun adına kazaya kalmış namazlarını kılamaz, oruçlarını tutamaz. Fakat bu gibi ibadetlerin sevabından ölmüş bir müslümana hediye edebilir. Bundan ölünün istifade edeceği umulur.

ISKAT-I SALATIN HÜKMÜ

İskat-ı salatın delili; oruç tutmaya güç yetiremeyenlerin bunun yerine fidye ödemeleridir.[1] İbn Abbas, İbn Ömer, İbn Mes’ûd, Muaz İbn Cebel ve Seleme İbn Akvâ’nın da içinde bulunduğu bir grup sahâbî, Sizden Ramazan ayına yetişenler o ayda oruç tutsun.” [2] âyeti ininceye kadar, ashaptan dileyenin oruç tuttuğunu, dileyenin de tutmayıp fidye verdiğini, bu âyet indikten sonra ise, oruc tutmaya gücü yetenler hakkında fidye hükmünün neshedilip, yalnız hasta ve yaşlılar için ruhsat olarak kaldığını belirtirler.[3] Hz. Peygamber ve sahabenin uygulaması da bu yönde olmuştur. Bu konuda bilginler arasında görüş birliği vardır. İslâm ümmeti içinde ortaya çıkan ve maksadı aşan oruç ve namaz iskatı ise, temelde âyetin yalnız “iyileşme umudu olmayan hastalık veya yaşlılık yüzünden oruç tutamayanlarla” sınırlı olan hükmünü, zorlama yorum ve temennilerle, tembellik yüzünden eda veya kaza edilememiş bütün namaz ve oruçlara teşmil edilmiştir.

Yukarıdaki esastan hareket eden kimi Hanefî fakihleri, istihsan deliline dayanarak namazı oruca benzetmiştir. Hatta namaz oruçtan daha önemlidir. Bu yüzden kazasına imkân kalmayan namazlar için fidye vererek, Cenâb-ı Hakk’tan af dilemek bir ihtiyattır.

İmam Muhammed “Ziyâdât” adlı eserinde namaz fidyesi ile namaz için “İnşaallah yeterli olur” demiştir. Fidye ile namaz borcunun düşeceği nassa veya kıyasa dayansaydı, daha kesin bir üslup kullanılması gerekirdi. Konunun Allah’ın dilemesine bırakılması, bunun bir ümitten ibaret olduğunu gösterir. Diğer yandan İbnü’l-Hümâm da “Fethu’l-Kadir” adlı eserinde; Hanefî imamlarının istihsanına göre, namazın oruca benzediği, oruçla fidye arasındaki ilginin, namazla fidye arasında da sabit olduğu ifade edilmiştir. Eğer bu benzerlik sabit olursa maksat hasıl olmuş bulunur. Aksi halde namaz fidyesi birr ve ihsan niteliğinde olur. Birr ve ihsan ise kötülükleri yok eder. Bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur: “Şüphesiz iyilikler kötülükleri yok eder” [4]

Namaz fidyesinden sonra; oruç, kurban ve yemin kefâreti için tekrar devir yapılır. Bozulup kaza edilmemiş nâfile namazlar, adak namazı ve kurban borçları için de bir miktar “devir” yapılır.

Sonuç olarak, namaz, oruç, yemin ve adak gibi boçlar için, kişinin ölümünden sonra fidye verilecekse bunun gerçekçi olması gerekir. Mü’min, ölümünden önce bu gibi yerine getiremediği farz ve vâcip ibadetleri tespit ederek, mümkünse sağlığında iken kaza ve telâfi etmelidir. Bu mümkün olmadığı takdirde servetinin üçte birine kadar olan kısmını vasıyetnâme düzenleyerek, bu iş için tahsis etmelidir. Eğer ayrılan servet bu borçları karşılamazsa, bundan sonra Cenâb-ı Hakk’ın kişinin gücünü aşan bu fazlalığı bağışlaması umulur.

Oruç kefâretinde Allah Rasûlü’nün yoksul sahabeye gösterdiği kolaylığı burada zikretmekle bu konuyu bitireceğiz: Ebû Hureyre (r.a)’den rivâyete göre şöyle demiştir: “Bir adam Rasûlullah (s.a.s)’a gelerek; “Mahv oldum” dedi. Hz. Peygamber; “seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam: “Ramazanda eşimle cinsel ilişkide bulundum” dedi. Hz. Peygamber; “Bir köle azad et” buyurdu. Adam; “Köle bulamam” dedi. Hz. Peygamber; “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam; “Buna da gücüm yetmez” deyince, Hz. Peygamber; “Altmış yoksulu doyur” buyurdu. “Buna da gücüm yetmez” deyince, altmış yoksula yetecek kadar hurma getirildi. Allah’ın Elçisi, bunları yoksullara tasadduk etmesini bildirdi. Adam Medine’de kendilerinden fakir kimse olmadığını söyleyince, Rasûlullah (s.a.s) gülümsedi ve “Git bunları ailenle birlikte ye.”[5] buyurdu.

Dipnotlar:

[1] Bakara, 2/184. [2] Bakara, 2/185. [3] Müslim, Sıyâm, 149, 150; Cassâs, Ahkâmü’l-Kur’an, I, 218; Heyet, İlmihal I, T.D.V. neşri, s. 371. [4] Hûd, 11/114; bilgi için bk. İbn Âbidîn, age, I, 685 vd; Şürünbülâlî, Merâkı’l-Felâh,  24 vd. [5] Şevkânî, age, IV, 214. Bir sepet (zenbil) on beş sa’lık bir ölçektir. 1 sa’, yaklaşık 3 kg. eder. Taberânî, Evsat’ında getirilen bu hurmanın yirmi sa’lık yani yaklaşık 60 kg. kadar olduğunu belirtir.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları