İrşad Ne Demek?

NE NEDİR?

İrşad: Hak yolu, doğru yolu gösterme, uyarma. Tasavvufta, mürşidin Allah yolunu göstermesi anlamlarına gelmektedir.

İRŞAD KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Yûnus Emre’nin, Moğol istîlâları hengâmesinden başlayıp zamânımıza kadar yedi asırdır devâm edegelen

şiirleri, halkın irşad ve tesellî kaynaklarından biri olmuştur. Yâni bu tür edebî mahsûller veren mutasavvıflar,

dînî heyecânın geniş halk kitlelerine taşınmasında, mânevî değerlerin zinde tutulmasında mühim hizmetler

vermişlerdir. Hoca Ahmed-i Yesevî, Hacı Bayram-ı Velî, Eşrefoğlu Rûmî ve Aziz Mahmûd Hüdâyî addesallâhu

esrârahum- Hazarâtı bunların başlıcalarıdır.


Felsefe erbâbı, her şeyi akılla izâha kalkıştığı için, ne kendilerini ve ne de toplumları irşad edebilmişlerdir.

Zâten akıl bütün işi görebilecek kudrette olsaydı; hidâyet rehberi Peygamberlere ihtiyaç olmazdı. Bu bakımdan, akıl vahyin kılavuzluğuna muhtaçtır.


Mâhir İz Hocaefendi de kalbî derinlikten mahrûm bir ilmin noksan olduğunu ve bu noksanlığı bertaraf etmenin yegâne çâresinin de mânevî irşad görmek olduğunu ifâdeyle şöyle der:

“İlmin kîl ü kâlini dâimâ bir noktada toplamak mümkün olmadığından, hiçbir zaman ilmî tedkîkten geri kalmamakla berâber; asıl hakîkate vâkıf olmanın, ancak ehlinin irşâdı sâyesinde mümkün olabileceğine inanırım. İşte bu sebeptendir ki, yakaza dışı bir işâretle, irâde merdivenimi, mârifet semâsına mîrâc için feyz-i Sâmî’ye rabteyledim.” (Yılların İzi, s. 396)


Mânevî irşad ve kontrolden mahrûm her nefs, hakîkatleri gafletle örten acı bir mahrûmiyet sebebidir. Ancak

yukarıda da söylediğimiz gibi insan, nefs engeline rağmen mezmûm ahlâktan kurtulup tezkiye edildiği takdîrde, melekleri bile geçebilir. Zîrâ her netîcenin şerefi, ona ulaşmak için bertaraf edilen güçlükler nispetindedir.


Âyet-i kerîmede tezkiyenin Allâh’a âit olduğu ifâde ediliyor. Zîrâ Allâh Teâlâ, fazlı ve rahmetiyle kulu taatlere

ve diğer tezkiye vâsıtalarını kullanmaya muvaffak kılar. Bu itibarla kul, benlik iddiâsından sakınarak, ilâhî

tezkiye sâyesinde ulaştığı kemâli, kendi dirâyet, liyâkat ve gayretine hamletmemelidir. Cenâb-ı Hakk’ın tezkiye etmesi dışında kulun, âhirette kendini temize çıkaramayacağının idrâki içinde bulunması gerekir. Bu anlayış, ebedî kurtuluşa kavuşmanın en mühim vesîlelerinden biridir. Zîrâ tezkiye, her ne kadar azim ve gayret bakımından insana; irşad ve tâlim yönüyle peygamberlere ve onun vârisi durumundaki mürşidlere nisbet edilirse de, ilâhî merhametiyle kullarını tezkiyeye muvaffak kılması ve bunu yaratması açısından Cenâb-ı Hakk’a nisbet edilmelidir.


Yûsuf -aleyhisselâm-, güzelliği dillere destân olacak kadar alâka çekici, melek gibi bir genç idi. Güzelliği karşısında kadınlar parmaklarını doğradıkları hâlde, hayranlıklarından bunu hissetmemişlerdi. Şâyet Yusuf -

aleyhisselâm-, çirkin ve şehevî duyguları körelmiş bir ihtiyar olsaydı, ne bu imtihan bu kadar zor, ne de bu hâdise bu kadar irşad edici olabilirdi.