İnsanın Varabileceği En Yüksek Makam

İbadet Hayatımız

İnsanın varabileceği en yüksek makam, Allah’ın bu dünyada halifesi olduğunu idraktir. Bu idrake yükselen insanın kemâli de ubudiyyet olur. “Mahlûka hizmet et ki Hâlık’a hizmet etmiş olasın” mânevî hayatın nihai muvaffakiyetini temsil eder.

Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri kadı iken, Üftade hazretlerine gelir ve çok büyük bir iştiyakla kendisine bende olmak, biat etmek istediğini söyler. Üftade Hazretleri “Sen buraya giremezsin burası hiçlik kapısıdır!” buyurur. “Eğer bu kapıdan girmek istersen ciğer sat” der. Mürid olma arzusuyla yanıp tutuşan Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri bu sözün üzerine, benliğini teslim edip, malını, mülkünü ve dünyayı elinin tersi ile iter ve o zamanlarda hakir görülen bir meslek olan, pazarda ciğer satmaya başlamıştır. Şems-i Tebrizî mürid’i şöyle izah eder; “Şeyh kimdir? Bir varlıktır. Mürit kimdir? Yok olandır. Mürit yok olmadıkça, mürit olmaz.”

AŞK NEDİR?

Müminler ubudiyetin sıfatlarından yoksun, teslimiyet ve fedakarlıktan bi’haber, yani, modern toplumların cahil kalabalıkları haline gelmiştir. Bundan dolayı ilahi şuur ve hassasiyet yok olmaktadır. Kayıpların nedeni fak’rin ve susuzluğun hissedilmemesidir. İnsanlar ruha olan özlemden mahrum kalmakta ve ruhun susuzluğunu bastıramamaktadır. Bununla beraber menfaat virüsü toplumumuza girmiş, sahtekarlık, münafıklık yayılmıştır. Hz. Mevlana buyuyor; “Aşk nedir? Mükemmel susuzluk!” Hakk’a olan iştiyakımızı, hakikate olan susamışlığımızı yeniden hissedebilmemiz için, nefsimizin örtülerinden, tortularından arındırılması gerekmektedir. Ancak bu şekilde o muhteşem sırât-ı müstakîm yoluna koyulabilir, ilahi sırların kokusunu almaya başlayabiliriz. Bütün nefsânî marazların şifası Allah’a olan ihtiyacımızı, hasretimizi açığa çıkarmakta yatıyor. Aslen var olan yegâne ihtiyaç Allah’ı aramaktır.

Müridlik sıfatının kaybı, Ümmet-i Muhammed’in en büyük kaybıdır. Kalpte aşk ve ubudiyet barınmıyorsa, kalp çürümeye başlar önce, sonra insanlığı yitirir.

Bugün öğretmen-talebe, mürşid-mürid arasındaki yüksek terbiyeyi, ilişkiyi unuttuk, kimliğimizi kaybettik. Modern dünya bizi esir aldı. Şeytanın fısıltılarına son derece açık bir haldeyiz. Onun en güçlü olduğu yönlerden biri insanların arasındaki ilişkileri bozmasıdır. Dünyanın çekiciliğine aldanıp varlığımıza zulmediyoruz. Artık ilahi  çağrıları duymuyoruz.

DÜNYAYI DERVİŞLİKTEN MAHRUM BIRAKIRSAK NE OLUR?

Dünyayı dervişlikten mahrum bırakırsak, Efendimiz’den gelen feyz kaynağında bir kesinti başlar. Yani, güzellik, muhabbet, mana, bereket, huzur yok olmaya yüz tutar ve ızdırap, zulüm, hastalık, cehalet, sahtekarlık ve yozlaşma çoğalır. Bugün hakiki aşık, mümin, derviş, evliya gibi ulu zâtların hiç bir zaman olmadığı kadar nadirleştiğine şahit olmaktayız.

Bu dünyada tehvid nurunu, hayatın kutsallığını, ilahi huzuru geri kazanabilmek için AllahuTeâlâ bize bir mümin’in ulaşabileceği en yüce mertebe olan şehidlik makamını, ihsan etti. Şehitler insanoğlunun kaybettiği en değerli faziletlere sahiptir. Aşkın hakiki tarifi şehittir. Hz. Mevlana; “Şehitlik, mümin için hayattır, münafık için ölüm ve çürümedir.”

ÖNCE RUH ÖLÜR

Kafir; ölümden korkar, hakikatten kaçar, cesedinden evvel ruhu ölür. Şehit; ölümü özler, hakikatin peşine düşer, cesedi ölür ve ruhu diriltir. Şehitlik hakkında Nurettin Topçu şöyle buyuyor; “Maddenin zaferi zulümdür. Ruhun zaferi fedâkarlık, af, sabır, sevgi ve sonsuz tahammüldür. Bu saferin son mertebesi, bütün bu kuvvetleri kendinde toplayan şehitlik mertebesidir.”

Şehitlerin nuru sayesinde insanoğlu mahvolmaktan kurtulmaktadır. Kendi canlarını feda ettiklerinden, hayatımız güzellikler, huzur, düzen, uyum, merhamet ve zenginlik bulmaktadır. Günümüzde yeryüzünde hakiki dervişlerin, halis kulların azalmasına karşı şehitllerin çoğaltmasına şahit olmaktayız. Allah bu ilahi dengeyi, tevhid nurunu şehidlerin nuru ile koruyor. Şehitliğin, dervişliğin ve evliyalığın olmadığı dünya son bulmaya mahkumdur.

Derviş tevhidin nuruna ermiştir çünkü gönlünde masivadan arınmıştır. Dervişin özü velayetir. Derviş evliyalığı tam manasıyla yaşar, evliyalığın kemale ermiş hali ise kulluktur. İnsan hayatında kulluğa yer verdiği kadar derviştir. Kulluk varlığın dünya olmadığını göstermektedir. Dünya bittiğinde kul varlığı başlar. Kulun varlığı sükünettir. Kul, korku ve üzüntü duymayan bir varlıktır.

Hz. Mevlana; “Bazı alimlerin Allah’ı ispat etmeye çalışmalarına şaşıyorum. Allah’ın varlığı sabittir, sen kulluğunu ispat etmeye çalış.” buyurmuştur. Eğer kalbimizin mutmain olmasını, imanımızın artmasını istiyorsak, kalbiniz tatmin olana kadar kulluğa yoğunlaşmalıyız. Hz. Mevlânâ, “Bir velinin kalbinde muhabbetullahtan başka bir iş yoktur. Onun kalbinde O’nunla buluşmak hariç bir istek barınmaz. Evi hayırdan da şerden de temizledim, orada bir muhabbetullah kaldı. Bir köle bütün kalbiyle azad olmak ister, ama âşık ebeden köle kalmak ister.” “Güneşi bırak da zerre ol! Kapımda otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol. Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsen.” buyurmaktadır.

İNSANIN VARABİLECEĞİ EN YÜKSEK MAKAM

Hz. Hatîcetü’l-Kübrâ Vâlidemiz Efendiler Efendisini s.a.v. tanıdıktan sonra, “Fahr-i Kâinât sevdasına düştükten sonra benim için dünya bitmiştir. Dünya artık sadece hizmet için vardır,” demiştir. Hz. Hatîce Vâlidemizden öğrendiğimiz şey, sadece aşkın en yüce bir ifadesi değil, aynı zamanda Efendimiz’e âşık olmanın dünya ilgilerini nasıl kökünden söküp attığının ifadesi.

İnsanın varabileceği en yüksek makam, Allah’ın bu dünyada halifesi olduğunu idraktir. Bu idrake yükselen insanın kemâli de ubudiyyet olur. “Mahlûka hizmet et ki Hâlık’a hizmet etmiş olasın” mânevî hayatın nihai muvaffakiyetini temsil eder. Kâinâtın iftiharı olan Efendimiz (sav) gelmiş geçmiş en yüksek makamın sahibi olmasına rağmen insanların en alçakgönüllü, en mahviyetlisiydi. Kelime-i şehâdette Allah Teâlâ Habîb’ini hem kul hem de resûl olarak zikretmektedir. “… kulu ve resûlüdür.” Kelime-i tevhidde hatem-ül enbiya, insanlığın iftiharı “Allahtan başka ilah yoktur, Muhammed de Onun kulu ve elçisidir” şeklinde tavsif edilmiştir. Peygamberliğin yanında kulluğun zikredilmesi daha evvelki hiçbir peygambere nasib olmamış bir haldir. Kelime-i şehadet, bize İslâm’ın özünün kulluk hazineleriyle dopdolu olduğunu gösteriyor... Peygamber Efendimiz (sav) de bizzat kendi asil davranışları ve azim ahlâkıyla, Allah’a kul ve ümmetine hâdim olmanın hakikati tebliğden öncelikli olduğunu göstermiştir. Sevgili Efendimiz (sav) kulluğuyla en yüksek makamı ihraz etmiş ve Allah’ın Sevgilisi makamının biricik sahibi olmuştur.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, 370. Sayı