İnsanın İki Büyük İmtihânı

İbadet Hayatımız

Ali İmran suresi 92. ayet iman edenleri hangi hususta uyarıyor? İnsanın iki büyük imtihanı nedir? Tarihimizden örneklerle ecdadımız bu imtihanlara nasıl göğüs gerdi?

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Menzil uzaktır himmet et,
Cân ile yolda hizmet et,
Varın nisâr-ı[2] Hazret et,
Gel, Hakkʼa pervâz[3] edelim!

“Gideceğin yer uzaktır, yüksek bir irâdeyle gayret et. Allah yolunda canınla hizmet et, malını da Oʼnun rızâsı uğruna cömertçe infâk et. Haydi gel, Hakkʼa vuslat dergâhına doğru kanat açalım!”

Can ve mal, insanın iki büyük imtihânıdır. Zira insan, canını da malını da çok sever. Cenâb-ı Hak da:

“Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) harcamadıkça birre (hayrın kemâline) eremezsiniz…” (Âl-i İmrân, 92) buyuruyor.

Yani îman, ibadet, muâmelât ve ahlâkta kemâle ererek ilâhî rızâ ve muhabbete nâil olabilmek için, Cenâb-ı Hakkʼın ihsân ettiği bütün nîmetleri, gerektiğinde yine Oʼnun yolunda fedâ etmekten çekinmemek îcâb eder.

İkinci Akabe Beyʻatiʼnde Abdullah bin Revâha -radıyallâhu anh-, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼe;

“‒Rabbin ve Senʼin için şartların nedir?” diye sormuş, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de;

“‒Rabbim için şartım, Oʼna ibadet etmeniz, Oʼna hiçbir eş tutmamanızdır! Kendi hakkımdaki şartım da, canlarınızı ve mallarınızı nasıl koruyorsanız, beni de öyle korumanızdır.” buyurmuştu.

Sahâbîler bu defa:

“‒Böyle yaparsak bize ne vardır?” diye sordular. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“‒Cennet vardır!” buyurdu.

Bunun üzerine orada bulunanlar:

“‒Bu ne kârlı bir alışveriş! Bundan ne döneriz, ne de dönülmesini isteriz!” dediler. (İbn-i Kesîr, Tefsîr, II, 406)

Bunun üzerine şu âyet-i kerîme nâzil oldu:

“Allah müʼminlerden, canlarını ve mallarını kendilerine (verilecek) Cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar, Allah yolunda savaşırlar, öldürürler ve ölürler. (Bu,) Tevratʼta, İncilʼde ve Kurʼânʼda Allah üzerine hak bir vaaddir. Allahʼtan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır? O hâlde Oʼnunla yapmış olduğunuz bu alışverişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır.” (et-Tevbe, 111)

Nitekim bu büyük kazancı elde edebilmek için sahâbe-i kirâm, selef-i sâlihîn ve şanlı ecdâdımız, candan ve maldan fedakârlığa dâir pek çok fazîlet numûnelerini tarihin şeref levhalarına nakşetmişlerdir.

Sahâbe-i kirâm, Allah yolunda canlarını ve mallarını seve seve fedâ ettiler. Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir infak seferberliği îlan ettiği zaman, ellerinde ne varsa huzûr-i saâdete getirdiler. Allah Rasûlüʼnün İslâmʼa dâvet mektuplarını, kralların kelle uçurmaya hazır cellâtlarının önünde, îman cesaretiyle okudular. Allah için candan ve maldan nice bedeller ödediler.

Câlib-i dikkattir ki, Vedâ Haccıʼnda 120.000 sahâbî mevcuttu. Bunun ancak 20.000 kadarı Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvereʼde medfundur. Diğerleri ise İslâmʼı tebliğ etmek ve îlâ-yı kelimetullâh için, dünyanın dört bir yanına sefer ettiler. Varabildikleri son nokta kabirleri oldu.

KENDİNİ CİHAN ŞÖHRETİNE DEĞİL, ŞEHİDLİĞE HAZIRLADI

Tarihimize baktığımız zaman;

Sultan Alparslan, 1071’de Malazgirt Meydan Muhârebesi’ne girmeden evvel, bembeyaz elbiseler giydi ve askerlerine:

“–Bu benim kefenimdir!” dedi. Kendini cihan şöhretine değil, şehidliğe hazırladı. Sonra da askerlerine şu veciz hitâbede bulundu:

“Ya muzaffer olur gâyeme ulaşırım; ya da şehîd olarak Cennet’e giderim. Sizlerden beni tâkip etmeyi tercih edenler, tâkip etsin. Ayrılmayı tercih edenler, gitsinler! Burada emreden sultan ve emredilen asker yoktur. Zira bugün ben de sizlerden biriyim. Sizlerle birlikte savaşan bir gâziyim. Beni tâkip edenler ve nefislerini yüce Allâh’a adayarak şehîd olanlar Cennet’e; sağ kalanlar ise gâziliğe kavuşacaktır. Ayrılanları ise, âhirette ateş, dünyada da alçaklık beklemektedir.”

Sultan Alparslan’ın bu ihlâsına mukâbil Cenâb-ı Hak ona, kendi ordusundan beş kat daha kalabalık bir orduya sahip olan Romen Diyojen karşısında muhteşem bir zafer nasîb etti.

GÖZYAŞLARI İÇİNDE DUA EDEN SULTAN

Sultan 1. Murad Hüdâvendigâr, 1389’da Kosova Ovasıʼna girdi. Şiddetli bir fırtına vardı. Göz gözü görmüyordu. O gece Beraat Kandili idi. Murad Han, iki rekât namaz kıldıktan sonra, gözyaşları içinde şu duâyı yaptı:

“Yâ Rabbi! Bu fırtına, şu âciz Murad kulunun günahları sebebiyle çıktıysa, onun yüzünden mâsum askerlerimi cezâlandırma!..

Allâh’ım! Onlar buraya kadar sadece Sen’in adını yüceltmek ve İslâm’ı tebliğ etmek için geldiler!

İlâhî! Bunca kere beni zaferden mahrum etmedin. Dâimâ duâmı kabul buyurdun. Yine Sana ilticâ ediyorum, duâmı kabûl eyle! Bir yağmur nasîb eyle! Bu toz bulutu kalksın. Kâfirin askerini âşikâr görüp yüz yüze cenk edelim!

Yâ İlâhî! Mülk de, bu kul da Sen’indir. Ben âciz bir kulum. Niyetimi en iyi Sen bilirsin. Maksadım, mal-mülk değildir. Yalnız Sen’in rızânı isterim.

Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme! Onlara öyle bir zafer lûtfet ki, bütün müslümanlar bayram etsin! Dilersen o bayram gününün kurbanı da şu Murad kulun olsun!..”

Cenâb-ı Hak, Sultan Muradʼın duâsını kabul buyurdu. Hem büyük bir zafer, hem de şehidlik mertebesini ihsân eyledi.

"BUGÜN ŞEHİT OLMA SIRASI BİZDE"

Yine Fatih Sultan Mehmed Hân, İstanbulʼun fethi için hazırlık yaparken;

“Ya İstanbul beni alır, ya da ben İstanbul’u…” diyerek, taşıdığı yüksek azim, kararlılık ve candan fedakârlık ufkunu dile getiriyordu.

Fatihʼin askerleri de;

“İstanbul elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onu fetheden asker ne güzel askerdir!..”[4] hadîs-i şerîfindeki Peygamber müjdesine nâil olabilme iştiyâkına bürünmüşlerdi.

Ok yağmurları altında, Rum ateşleri ve kızgın yağlar üzerlerine dökülürken Bizans surlarına tırmanıyorlar ve büyük bir îman vecdi içinde;

“–Bugün şehid olma sırası bize geldi.” diyorlardı.

Yine bu şehâdet aşkını Çanakkale Harbiʼnde de görüyoruz. Çanakkaleʼde ordumuzun atacak barutu kalmamıştı. Düşman zâhiren çok güçlü ve kalabalıktı. Buna rağmen, müşahhas bir can ve mal infâkı yaşandığı için, Cenâb-ı Hakkʼın yardımı tecellî etti ve zafer müyesser oldu.

Velhâsıl, bir savaşta gâlip gelmek, sırf sayı veya güç üstünlüğüne değil, haklı olmaya, doğruluğa, îman ve mâneviyâta bağlıdır. Zafer tâcı, kemmiyetten ziyâde, keyfiyet sahibi orduların başına konulur.

BATIL ORDULARIN ZULMÜ

Bâtıl ordularının zafer zannettikleri zâhirî gâlibiyetler ise ancak onların ebedî zillet ve hüsranlarının habercisi olan mezâlimlerdir. Onların “savaş” adı altında, hak, hukuk ve ahlâk tanımadan yaptıkları katliamlar, tarihe ancak bir yüz karası olarak geçen, zulüm, vahşet, cinnet ve cinâyetlerdir.

Bildiğimiz kadarıyla tarihte iki büyük “çocuk katliâmı” yaşanmıştır. İlki, Hazret-i İbrahimʼin zuhûruna mânî olmak için Nemrudʼun yaptığı katliamdı. Nemrud, gördüğü bir rüya üzerine bir peygamber geleceğini ve kendisinin tanrılığını da krallığını da yerle bir edeceğini anlamıştı. Bunun üzerine o sene doğan yüz bin erkek çocuğu katletmişti.

İkinci büyük katliam da Hazret-i Mûsâʼnın zuhûruna engel olmak isteyen Firavunʼun yaptığıydı. Firavun da gördüğü bir rüya üzerine, on binlerce bebeği katlederek tahtını yıkacak olan Mûsâʼnın gelişini önleyebileceğini zannetmişti. Hâlbuki Cenâb-ı Hak onunla âdeta istihzâ edercesine, Hazret-i Mûsâʼyı Firavun’un sarayında yetiştirmişti.

Muhyiddin ibn-i Arabî Hazretleri buyuruyor:

Firavun, zuhûr edecek olan Hazret-i Mûsâ’yı imhâ için -rivâyete göre- yetmiş bin mâsumu katletti. Hâlbuki katledilen çocukların hepsi, Hazret-i Mûsâ’ya hayatında imdâd olmak, onun rûhâniyetini güçlendirmek için öldürülüyorlardı. Çünkü Firavun henüz Mûsâ’yı bilmiyorsa da Hak Teâlâ biliyordu. Elbette o mâsumların her birinin alınan hayatı, Mûsâ’ya âit olacaktı. Zira hedef o idi.”

Nemrud ve Firavunʼun katliamlarından sonra üçüncü büyük “çocuk katliâmı” da -maalesef- bugün siyonist İsrail tarafından yapılıyor.

Niyâzımız odur ki, geçmişte nasıl Nemrud ve Firavun helâk olmuşsa -inşâallah- bugün Filistinli kardeşlerimize zulmeden çocuk kâtilleri de aynı şekilde kahr-ı ilâhîye dûçâr olurlar.]

Cenâb-ı Hak, bugün Gazzeʼde katledilen her mâsum yavrunun rûhâniyetini, İslâm’ın istikbâlindeki şanlı zaferlerin müjdecisi kılsın.

Rabbimiz, lûtf u keremiyle, şerleri hayra tebdîl eylesin.

Ümmet-i Muhammedʼe birlik ve beraberlik, dirlik ve huzur ihsan buyursun.

Mazlum kardeşlerimize de tez zamanda kurtuluş ve zafer nasîb eylesin.

Âmîn!..

Dipnotlar:

[1] Hıkd: Kin tutma, öç almak için fırsat bekleme.

[2] Nisâr: Saçmak, serpmek, dağıtmak, bol bol infâk etmek.

[3] Pervâz: Uçuş, uçmak.

[4] Ahmed bin Hanbel, IV, 335; Hâkim, IV, 468/8300.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2024 – Ocak, Sayı: 455