İnsanın İç Dünyası Ormana Benzer

Hikâyeler

İnsanın iç dünyası nasıldır ve neye benzer?

Cenâb-ı Hak, Şems sûresinde yedi yemînle, insanın iç âlemine “fücûr” ve “takvâ”nın ilham edildiğini; içindeki fücûru bertaraf edip takvâya ulaşanların kurtuluşa ereceğini; aksine o nefsânî, süflî arzularına râm olanların ve iç âlemlerini günahlarla karartanların da ziyâna uğrayacaklarını haber vermiştir.

İNSANIN KARIŞIK VE ACAYİP İÇ ALEMİ

Bu zâviyeden nazar edilince, insan gönlü iki yönlüdür. Zîrâ onda hayır ve şer gibi iki zıt temâyül dâimâ bir arada bulunup bunlar, birbirlerini bertaraf etmek üzere mücadele hâlindedirler. Hazret-i Mevlânâ, insanın iç dünyasındaki bu keşmekeşi şu mısrâlarıyla dile getirir:

“İnsanın iç dünyası bir ormana benzer. Orada, en vahşî ve yırtıcısından, en mûnis ve sevimlisine kadar bütün hayvanlar sergilenmektedir. “Rûhumdan ona üfürdüm!” (el-Hicr Sûresi, 29) âyetinden haberin varsa, bu ilâhî nefesten feyz alıyorsan, insanın bu karışık ve acâyip iç âlemine nazar et!

İnsan varlığında, binlerce kurt, sayısız domuz; temiz, pis, güzel, çirkin, sevimli, sıcak ve soğuk binlerce huy vardır.

İnsan varlığında, hangi huy gâlipse, şahsiyet ona göre teşekkül eder. Bir mâ­den karışımında da altın bakırdan fazla ise o karışım artık altın sayılır.

İNSANIN HÂLİ

Senin varlığında hangi huy hâkim ise, o huy sahibi hayvanın şeklinde haşr edilmen gerekmektedir. Zîrâ duyguların, mahlûklarla beraberlik hâlindedir.

İnsanda, ân olur kurtluk zuhûr eder. Bir ân gelir melekleşir, sanki ay gibi Yûsuf yüzlü bir güzel olur.

Hayırlar da şerler de gizli bir yoldan, gönüllerden gönüllere sirâyet eder.

Azgın serkeş at, rahvan yürümeye başlar. Ayı oyun oynar, keçi selâm verir.

İnsanlardan köpeğe bir hissiyat akseder de, bunun neticesinde, o duygu ve terbiye ile köpek ya av avlar, yâ­hut çoban olur koyun güder, bekçilik eder. İnsana âmâde olur.

“Ashab-ı kehf”in köpeğine o sâlih gençlerden öyle bir huy geçti ki, sonunda yürüdü gitti, Allâh’ı arar oldu da Kur’ânî bir ifâde kazandı.

İnsanın gönlünde zaman zaman değişik temâyüller baş gösterir. Rûhâniyet onu âdetâ melekleştirirken, buna mukâbil nefsâniyetin girdâbına dûçâr olan kişi şeytan kesilir, canavarlaşır. Hak tanımaz olur.

Mânâ arslanlarının, yani velîlerin, çok iyi bildikleri o hakîkatler ormanın­dan, gönüller tuzağına giden gizli bir yol vardır. Velîler ise, o tuzakları tanır ve bertaraf etmek sûretiyle gönülleri nefsin şer ve endişelerinden kurtararak onları Hakk’a vâsıl ederler.

GERÇEĞİ ÖĞRENMEK İSTİYORSAN!..

Ey iç âlemi köpekten de aşağı olan kişi! Durumundan ümitsizliğe kapılma, ha­kîkatler ormanında sen de mânevî zevkler almak istiyorsan, gönül yo­luna gir de âriflerin can mercanından, yâni onların irfân incilerinden bir miktar nasiplen.

Mâdemki hayırsızsın, bâri o değerli inciden nasiplen de, taşıyacaksan öyle mübârek bir yükü taşı.”

Bu mısralarda da dile getirildiği gibi insan âdetâ kâinâtın küçültülmüş bir modeli gibidir. Dış âlemde var olan bütün hakîkatlerden, insanın iç âleminde bir tecellî dâimâ mevcuttur. Nasıl ki, bir tohumda ondan meydana gelecek ağaçlar ve ormanların bütün husûsiyetleri saklı ise, insanda da kâinâttaki bütün hakîkatlerin öz itibariyle meknûz olduğu söylenebilir. Kur’ân ise insan ve kâinâtın temel kanun ve kâidelerinin en mükemmel ve en doğru tercümânıdır. Kıymeti, tariflere sığmayacak kadar ulvî ve büyük bir nimettir. Kur’ânlaşan mümin yürekler ise, kâinâtın Hâlık’ının tecellî mekânıdır. Tarihin sayfalarındaki nice Hak dostlarının veya zıddı durumundaki hakîkat mahrumlarının vasıfları, aslında iç âlemimizde hâlen yaşamakta ve birbiriyle mücâdele etmektedir. Bu mücâdelede galip gelen taraf ise insanın hâl ve davranışlarına hâkim olmaktadır. Hazret-i Mevlânâ bu husûsu, Mûsâ ve Fir’avun misâliyle gözümüzde şöyle canlandırır:

“Ey Hak yolcusu! Gerçeği öğrenmek istiyorsan; Mûsâ da, Fir’avun da ölmediler; bugün senin içinde yaşıyorlar, senin varlığında gizlenmişler, senin gönlünde savaşlarına devam ediyorlar!”

Aynı hususta Muhyiddîn-i Arabî hazretleri de şöyle buyurmaktadır:

“–Benim rûhum Mûsâ; aklım ise Hârun’­dur. Nefsim Fir’avun ve nefsimin hevâ ve hevesi, Fir’avun’un veziri olan Hâmân’dır.”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Âb-ı Hayat Katreleri, Erkam Yayınları