İnsanın En Zor Terkedebildiği Huy

Cemiyet Hayatımız

İnsanın en zor terk edebildiği kötü huy, enâniyet, yani benliktir. İnsan dâimâ benliği sebebiyle nefsinin esiri olur ve hep kendisini haklı görür. Benlik sahibi kimse, başkasının kusurlarını ortaya dökerek kendine imtiyaz tanıma derdindedir. Onun için gıybet etmekten zevk alır. İblis misâli, kibir ve ucub sergiler. Kendisini hata ve kusurlardan uzak görür. İlâhî îkazlara karşı âdeta bir muâfiyet duygusu içinde yaşar. Bu ihtarların onu da içine aldığını aklının ucundan bile geçirmez. Onun içindir ki tasavvufun en ağır ve ciddî meselesi, insanın içindeki enâniyeti/egoizmi bertaraf edebilmektir.

Âyet-i kerimede buyurulu:

“...Şımarma! Allâh şımaranları sevmez.” (el-Kasas, 76)

Bu sebeple bir kul, hangi nîmet ve lutfa nâil olursa olsun enâniyete dalarak fahretme hastalığından Allâh’a sığınmalıdır. Âlemlere rahmet olarak gönderilen ve kâinâtın yüzüsuyu hürmetine yaratıldığı Fahr-i Kâinât Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-, sâhip olduğu bütün ulvî haslet ve fazîletlere rağmen dâimâ « ﻻ ﻓﺨﺮ» yâni “övünmek yok” buyurarak tevâzû ve mahviyet hâlini muhâfaza etmişlerdir. Nitekim hadîs-i şerîflerinde:

“Ben Rasullerin kumandanıyım, lâkin övünmek yok! Ben peygamberlerin sonuncusuyum, ancak övünmek yok! İlk şefaat edecek ve şefaati ilk olarak kabul edilecek olan da benim, ancak (bunları aslâ) övünmek için söylemiyorum.” (Dârimî, Mukaddime, 8)

“Kıyâmet günü, yer yarılıp açıldığında ilk defa (diriltilecek olan) benim, ancak övünmek için söylemiyorum. Hamd sancağı bana verilecek, ancak bununla da övünmüyorum! Ben kıyâmet gününde insanların efendisiyim, ancak övünmek yok! Kıyâmet günü cennete ilk girecek benim, ancak bunu da övünç vesîlesi yapmıyorum.” (Dârimî, Mukaddime, 8) buyurmuşlardır.

Hakîkaten “benlik” ve “iddiâ”, hizmet yolunun kanseridir. Bu hastalığın tedâvîsi son derece zordur. Tekkelerde umûmiyetle üzerinde “Hiç” yazan bir levha bulunur ki bu, insana, enâniyetten vazgeçip acziyetini idrâk etmeyi telkîn eder. Bütün mesele bu acziyeti idrâk edip, kulluğun farkında olmaktır. Kul, bu noktaya ulaşınca ihlâsa erer ki, az bir amel bile ona kâfîdir. Bu gerçek bir şiirde şöyle ifâde edilmiştir:

Oldunsa vâkıf aczine, ednâ amel bir dağ olur.

Çürüklerin hep sağ olur, zehrin kamû bal yağ olur.

Dağlar yemişli bağ olur, cümle cihân bostan sana. 1

“Âcizliğini, güçsüzlüğünü anladınsa, kıymetsiz bir amelin bile dağ gibi olur. Çürük, hatâlı işlerin düzelir, acı hâllerin tatlılaşır. Çorak dağlar meyveli bağ, bütün dünya sana bahçe olur.”

RABBİMİZDEN YARDIM TALEBİ

Hizmete giren kimse, bu acziyet ve hiçlik şuuru içinde sürekli tazarrû ve niyaz hâlinde, Rabbinden yardım taleb etmelidir. Âyet-i kerîmede şöyle buyurulur:

“Ey îmân edenler! Sabır ve namazla Allâh’tan yardım isteyin!..” (elBakara, 153)

Mümin, bu ilâhî tavsiyeye riâyetle, hizmetlerinde muvaffak kılması için özellikle teheccüd vaktinde, şâyet mümkün olmazsa daha sonraki bir vakitte iki rekat hâcet namazı kılıp Allâh’tan yardım istemelidir. Hizmette bulunan kimse, hizmetteki aksaklıklardan dolayı başkalarını suçlamamalı, ayıp ve kusuru öncelikle kendinde aramalıdır. Müsâmahayı gayriye, muâhezeyi (sorgulamayı) nefsine yöneltebilmelidir. Çünkü hizmet edenin iç dünyası -tıpkı fizikteki birleşik kaplar misâli- hizmet edilene akseder. Hizmet edilenlerde görülen bir yanlışlık, aslında hizmet edenden akseden bir zaaftır. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri, irşad vazifesi verdiği talebelerinden birinin mektubuna yazdığı cevapta şu ibretli nasihatlerde bulunur:

“...İrşad ettiğin talebelerden şikayetçi olduğunu ve onlara kırıldığını yazıyorsun. Oysa senin onlardan değil, onlara karşı kendi tutum ve tavırlarından kırılman ve şikâyetçi olman gerekir. Zîrâ onlara öyle davranıyorsun ki, sonunda bu rahatsızlıkların doğması kaçınılmaz oluyor. Oysa bir üstâdın, talebelerine karşı güzel davranış sergilemesi öğütlenmiştir. Sadece hikâye ve kıssa anlatmak sûretiyle onlarla ahbaplık yapması ve aralarına karışması iyi karşılanmamıştır... (Yâni sözden ziyâde davranış güzelliği ile nümûne olabilmek mühimdir.)” (Mektubât, 209. Mektup)

1-)  M. Es’ad Erbilî’nin Niyâzî Baba’nın gazeline yaptığı tahmisten alınmıştır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Vakıf İnfak Hizmet, Erkam Yayınları