İnsana Verilen İlmin Sınırı Var mı?

Sorularla İslam

İnsanoğluna verilen ilmin ve aklın bir sınırı var mı? Aklın idrak kâbiliyetinin ötesinde hiç mi hakîkat yoktur? İlim sahibini nasıl değerlendirmek gerekir?

Tâbiîn neslinin büyük imamlarından Ebû’l-Âliye der ki:

“Biz, kendisinden (hadis) almak için bir kişinin yanına gittiğimizde, önce onun namaz kılışına dikkat ederdik; eğer namazını güzel kılarsa; «O, diğer işlerini de güzel yapar.» diyerek yanına otururduk. Namazını huşû ve tâdil-i erkâna riâyet etmeden kılarsa; «Onun diğer işleri de menfîdir.» diyerek yanından kalkardık.” (Dârimî, Mukaddime, 38/429)

ÂLİM KİME DENİR?

İşte bugün de, dînî bilgisine îtibâr edilecek ilim erbâbını bu ölçüler ışığında değerlendirmek şarttır. Zira Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede;

“…Kulları içinden ancak âlimler, Allah’tan (gereğince) korkar…” (Fâtır, 28) buyuruyor. Yani gerçek bir âlimde öncelikle “takvâ” yani “Allah korkusu” şarttır. Cenâb-ı Hak, ancak böyle bir kuluna “âlim” diyor. Allah’tan korkmadan, Rasûlü’nden utanmadan, kendi nâkıs akıllarını yegâne hakîkat miyârı zannedip, dîni onun süzgecin­den geçirerek aklına uyanı alan, uymayanı atan gâfillere değil!..

Esâsen îman, aklın bütünüyle kavramaktan âciz kalacağı pek çok hususu, kalben tasdik etmeyi gerektiren bir ön kabûldür. Nasıl ki gözün bir görebilme mesafesi varsa, aklın da sınırlı bir idrak kâbiliyeti vardır; bu yüzden her şeyi kavrayamaz. Peki aklın idrak kâbiliyetinin ötesinde hiç mi hakîkat yoktur? Sınırlı bir akıl ve cüz’î bir ilme sahip olan insanoğluna, dînî hakîkatleri, küllî ilim sahibi Cenâb-ı Hak vaz ettiğine göre, elbette ki aklın kavramaktan âciz kalacağı, sayısız sır ve hikmetler olacaktır.

Şu hadîs-i şerîf, bu hakîkati açıkça beyân etmektedir:

“Hı­zır -aleyhisselâm-’ın, Mû­sâ -aleyhisselâm-’a acâyip, ga­râ­ip ve hik­me­ti meç­hul hâ­di­se­ler gös­ter­di­ği se­ya­hat es­nâ­sın­da, bir ser­çe ku­şu ge­le­rek bin­dik­le­ri ge­mi­nin ke­na­rı­na kon­du. Son­ra de­niz­den ga­ga­sıy­la su al­dı. Hı­zır -aleyhisselâm-, bu man­za­ra­yı Mû­sâ -aleyhisselâm-’a gös­te­re­rek şu teş­bih­te bu­lun­du:

«–Al­lâh’ın il­mi ya­nın­da, se­nin, be­nim ve bütün mahlûkâtın ilmi, şu ku­şun de­niz­den ga­ga­sıy­la al­dı­ğı su ka­dar­dır.»” (Bu­hâ­rî, Tef­sîr, 18/4)

İNSANIN İLMİ “HİÇ”TEN İBARETTİR

Nasıl ki bir karıncanın ilim ve aklı, insanın ilim ve aklı karşısında sıfıra yakınsa, Cenâb-ı Hakk’a karşı bizim durumumuz da bir “hiç”ten ibârettir. İnsanın bilmedikleri yanında bildikleri bir hiçtir. Âyet-i kerîmede, insanın aslî vasıflarından birinin “cehûl” yani “çok câhil” olarak ifâde buyrulması da bundandır. Buna mukâbil Cenâb-ı Hak, ilm-i ilâhîsinin azamet ve nihâyetsizliğini şöyle beyan buyur­muştur:

“Eğer gerçekten yeryüzündeki ağaçlar kalem olsa, deniz de (mü­rekkep olup) arkasından yedi deniz daha ona eklense, Allâh’ın kelimele­ri (yazılmakla) tükenmez. Muhakkak ki Allah Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Lokman, 27)

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, İmâm-ı Rabbânî, Erkam Yayınları, 2015