İnsana Her Şeyden Daha Yakın

Abidevi Şahsiyetler

Her an Allâh’ın huzûrunda olduğunun şuuruyla, yani ihsan duygusuyla yaşayabilmek, velâyete ulaşmanın en büyük şartıdır. 

Alâüddîn Attâr Hazretleri’nin vefâtından sonra Hisâr’ın Hülgatû köyüne yerleşen Yâkub Çerhî Hazretleri, bu köyde irşad faaliyetlerine devam etti. Yaklaşık elli sene bu mukaddes vazifeyi icrâ etti.

Yâkub Çerhî Hazretleri şöyle buyurur:

“Sohbetlerinden mahrum kaldığımda Hazret-i Hâce’min; «Bizden sana ne ulaştı ise başkalarına da ulaşsın!» emrini, imkân nisbetinde etrâfımızdakilere sohbet ederek, uzaktakilere de mektuplar göndermek sûretiyle yerine getirmeye çalıştım. Fakir buna lâyık olmadığımı biliyorum. Ancak, şuna da inanmak îcâb eder ki, Allah dostlarının bir şeye işareti, hikmetten âzâde değildir.”[1]

Yâkub Çerhî Hazretleri istikâmete çok ehemmiyet verirdi. İstikâmeti zâhirî ve bâtınî olmak üzere ikiye ayırırdı. Kulun belli vakitlerde edâ etmesi gereken namaz, oruç, hac, zekât vb. ibadetler, ahlâkî meziyetler, muâmelâta dikkat etmek, Kur’ân ve Sünnet’in muhtevâsındaki emirlere ve nehiylere riâyet etmek gibi hâller, istikâmetin zâhirî yönünü teşkil eder. Bâtınî istikâmet ise, kulun kalbinde her an Allâh’ın huzûrunda olduğu şuurunun oluşmasıdır ki bu, hakîkî îmandır. Bu durumda istikâmet, kişinin her ânını ihâta eder. Bu ise, yerine getirilmesi gereken en mühim kulluk vecibelerinden biridir.[2]

Âyet-i kerîmede buyrulur:

“…Dikkat edin! Kalpler, ancak Allâh’ın zikriyle huzur bulur!” (er-Ra‘d, 28)

Her an Allâh’ın huzûrunda olduğunun şuuruyla, yani ihsan duygusuyla yaşayabilmek, velâyete ulaşmanın en büyük şartıdır. Cenâb-ı Hak, insana her şeyden daha yakındır. O, gece gündüz bizimle beraberken, biz başka şeylerle meşgul olmaktayız. Hâlbuki “Kirâmen kâtibîn, yaptığınız her şeyi tespit hâlindedirler.” (el-İnfitar, 11-12) âyet-i kerîmesinde zımnen şöyle bir ihtar mevcuttur:

Biz seninleyiz, sen neden Biz’den başkasıyla meşgulsün!”[3]


[1] Çerhî, Risâle-i Ünsiyye [Ney-Nâme içinde], s. 94.

[2] Ahmed Câhid Haksever, Yâkub-i Çerhî, İstanbul 2009, s. 162.

[3] Çerhî, Tefsîr, vr. 127a-b.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları