İmanın İlk Meyvesi Nedir?

İbadet Hayatımız

Kâmil bir mü’min, gönül insanıdır. Merhamet, şefkat ve diğergâmlık, onun gönül dokusunun en belirgin vasfıdır. Kulu kalben Rabbine yakınlaştıran ilâhî bir cevher olan bu vasıf, aynı zamanda îmânın da bu âlemdeki en büyük şâhidi ve delîlidir. Nitekim in­san rû­hu­nun ula­şabileceği ol­gun­luk se­mâ­sı­na çı­kışın yegâne yo­lu, mer­ha­met ve şefkat ba­sa­mak­la­rın­dan geç­mek­te­dir.

Yaratılan her şeye gösterilen engin merhamet, kulu Cenâb-ı Hakk’ın rahmet ummânında ihyâ eden müstesnâ bir nimettir. Nitekim hadîs-i şerifte şöyle buyrulmuştur:

“Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, gökyüzündekiler de size merhamet etsin!” (Tirmizî, Birr, 16)

Böyle bir gönül kıvamına sahip olanlar, dâimâ yoksul ve kimsesizlerin kimsesi olur, mâtemlerin civarında dolaşarak Hakk’ın rızâsını ararlar. Onlar, aynı zamanda bütün mahlûkatın sığınak ve barınağıdır.

GÖNÜL KIVAMINA ULAŞMIŞ HZ. HASAN EFENDİMİZ

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mânevî terbiyesi altında yetişerek böyle bir gönül kıvâmına ulaşmış olan Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-’ın şu hâli, bu hususta ne kadar güzel bir misaldir:

Bir gün Medîne bağlarına uğrayan Hasan -radıyallâhu anh- orada zenci bir köle görür. Köle, elindeki ekmekten bir lokma kendisi yerken bir lokma da önündeki köpeğe yedirmektedir.

Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh- Cenâb-ı Hakk’ın “Rahmân” esmâsının bu köledeki merhamet tecellîsine hayran olur. Bu hayranlıkla onu bir müddet seyreder. Daha sonra onun gönül yapısının derinliğini ölçmek için, neden rızkını bir köpekle paylaştığını sorar. Köle ise yüksek hayâsından dolayı başını kaldırıp Hazret-i Hasan’ın yüzüne bakamaz. Bunun üzerine Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-:

“–Delikanlı, sen kimsin?” diye sorar.

Köle pür hayâ ve gözleri edeple yerde olduğu hâlde:

“–Hazret-i Osman’ın oğlu Ebân’ın hizmetçisiyim.” der.

Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh-:

“–Peki bu bağ kime ait?” diye sorunca, köle:

“–Hazret-i Osman’ın oğlu Ebân’a ait.” diye cevap verir.

Hasan -radıyallâhu anh- zâhiren sıradan bir köle, hakîkatte ise ilâhî bir hazine ve mânâ sultânı olan bu köleye yakın olmak arzusuyla:

“–Sakın buradan bir yere ayrılma, birazdan senin yanına döneceğim.” diyerek oradan ayrılır ve bağın sahibi olan Ebân’ın yanına varır. Hem bağı hem de o köleyi satın alır. Ardından tekrar kölenin yanına gelir ve:

“–Delikanlı! Seni satın aldım.” der.

Bunun üzerine köle hürmetle ayağa kalkarak:

“–Başım-gözüm üstüne! İtaat; Allâh’a, Rasûlü’ne ve sanadır.” der.

Hazret-i Hasan -radıyallâhu anh- her kelimesi sadâkat ve teslîmiyet yüklü bu sözleri duyunca daha çok duygulanır. Onun bu sadâkati karşısında hayranlık duyguları coşup taşar. Kendisini bu derece duygu derinliğine sevk eden o kölenin gönül güzelliğine mukâbil olarak:

“–Sen artık Allah için hürsün! Bu bağı da sana bağışlıyorum!” der. (İbn-i Manzûr, Muhtasaru Tarîhi Dımeşk, VII, 25)

Allah ve Rasûlü ile muhabbet ve dostluğun gönülleri ulaştırdığı hassâsiyet ufkundan ne muhteşem bir manzara!..

MUHABBET VE DOSTLUK

Muhabbet ve dostluk, fânî hayâtımızın tadı, neş’esi, huzur ve sürûrudur. Varlığın hamuru, muhabbet mayası ile yoğrulmuştur. Muhabbet istîdâdı, Rabbin kullarına en büyük lutuflarındandır. Bu bakımdan muhabbeti layığına yöneltmek zarûrîdir. Bu âlemde muhabbetin hasredilmesi gereken en ulvî merkez, Rahmet ve Merhamet Peygamberi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Bizlerdeki merhametin inkişâf etmesi, O’na duyduğumuz muhabbet ölçüsünde gerçekleşir.

Peygamber vârisi Hak dostları da ahlâkına büründükleri -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den birer in’ikâs olarak şefkat ve merhamet kutbu hâlinde yaşamışlardır. Nitekim Emir Kü­lâl Haz­ret­le­ri’nin, ta­le­be­si Ba­hâ­ed­din Nak­şi­bend Hazretleri’ne yaptığı şu nasihatler, bütün mahlûkâtı şefkat ve merhametle kuşatacak bir gönül hassâsiyetine sahip olmanın ne güzel bir ifadesidir:

“Gö­nül al­ma­ya bak; güç­süz­le­re hiz­met et! Za­yıf­la­rı, gön­lü kı­rık­la­rı ko­ru! On­lar öy­le kim­se­ler­dir ki, fânîlerden müstağnî olarak yaşarlar ve dünyevî olarak da hiç­bir ge­lir­le­ri yok­tur. Bu­nun­la bera­ber, on­la­rın bir­çok­la­rı tam bir kalp hu­zû­ru, te­vâ­zû ve gizlilik için­de bulunurlar. Böy­le ilâhî bir define olan kim­se­le­ri ara, bul ve on­la­ra hiz­meti nimet bil!”

MERHAMETLE İFÂ EDİLEN HİZMET

Ni­te­kim Şâh-ı Nak­şi­bend -kuddise sirruh- engin bir merhametle îfâ ettiği hizmet merhalelerini ve bunun neticesinde nâil olduğu rûhâniyet tecellîlerini şöy­le ifade eder:

“Ho­ca­mın em­ret­ti­ği yol­da uzun sü­re ça­lış­tım. Bü­tün hiz­met­le­ri îfâ et­tim. Gönül dünyam o hâ­le gel­di ki, yol­dan ge­çer­ken, Al­lâh’ın her­han­gi bir mah­lû­ku kar­şı­sın­da ol­du­ğum yer­de du­rur, ön­ce onun ge­çip git­me­si­ni bek­ler­dim. Bu hâ­lim ye­di se­ne de­vâm et­ti. Bu hiz­me­tin mu­kâ­bi­lin­de öy­le bir hâl te­cel­lî et­ti ki, on­la­rın inil­ti sû­re­tin­de ha­zin ha­zin ses­ler çı­ka­rıp Hakk’a il­ti­câ et­me­le­ri­ni his­se­der hâ­le gel­dim.”

Merhamet, îmânın ilk meyvesidir. Bu bakımdan îmânı aşk ile yaşayan kâmil bir mü’minin gönlü, bütün mahlûkâtı merhametle kucaklayan âdeta seyyar bir dergâh gibidir. Çünkü onlar, muhabbetin kaynağı olan ilâhî muhabbeti lâyıkıyla idrâk etmiş ve her varlık ile dost olmuşlardır. Hâlık’ın şefkat ve merhamet nazarıyla mahlûkâta bakabilme istîdâdı kazanmışlardır.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bir Nasihat, Binbir İbret, Erkam Yayınları