İmâm-ı Âzam'ın Müthiş İrfan Dersi

Hikâyeler

Söz de lâzımdır öz de; ruh da gereklidir, şekil de… Mühim olan, bunların birine takılıp diğerine bîgâne kalmamak…

Tasavvuf ehlinin hayatından bu hakîkate ışık tutan şu hâdise ne kadar mânidardır:

Bir gün, Hak dostlarından İbrahim bin Edhem’in yolu İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe Hazretleri’ne uğramıştı. Ebû Hanîfe’nin etrafındaki talebeler, İbrahim bin Edhem Hazretleri’ne küçümseyen, garipseyen gözlerle baktılar. İmâm-ı Âzam Hazretleri onların bu hâlini sezdi ve İbrahim bin Edhem’e büyük bir hürmetle:

“–Buyurun Efendimiz, meclisimize şeref veriniz!” diye seslendi.

İbrahim bin Edhem, mahcup bir edâ ile selâm verip oradan ayrıldı.

Talebeler, dünya çapında zirve bir hukukçu olan Ebû Hanîfe’nin, bir dervişe gösterdiği ihtiram ve iltifata şaşırdılar.

İbrahim bin Edhem Hazretleri oradan ayrıldıktan sonra talebeler İmâm-ı Âzam’a:

“–Bu zât, sizlerle kıyas edildiğinde efendilik ve büyüklük sıfatına ne bakımdan lâyıktır? Sizin gibi bir zât ona nasıl «Efendimiz» der?” diye sordular.

MUHTEŞEM CEVAP

İlmini irfân ile mezcetmiş olan o büyük İmâm, kendisinin yüksek tevâzuunu da ifâde eden şu muhteşem cevâbı verdi:

“–O, dâimî bir sûrette Allah Teâlâ ile meşgul, biz ise işin kıyl u kāliyle...” (Hücvîrî, Keşfüʼl-Mahcûb, s. 126)

Şüphesiz ki bu hüküm, dîni, ruh ve şekil bütünlüğüyle kavrayamamış ve mârifetullahʼtan yeterince nasiplenmemiş pek çok kimse için geçerlidir. Fakat İmâm-ı Âzam Hazretleriʼnin talebeleri için bir edep tâlimi, kendisi hakkında da ancak bir tevâzû ifâdesidir.

Zira o büyük İmâm, her ne kadar İslâmʼın zâhirî ahkâmına dâir fetvâlar ve dersler verse de, şahsî hayatında büyük bir ihlâs ve takvâ duygusuyla yaşardı. Rivâyete göre İslâm dünyasında, iki rekâtta bir hatimle namaz kılmalarıyla bilinen dört kişiden biriydi. Dâimâ muhabbet ve mârifet ufkunda, murâkabe ve ihsan kıvâmında bir İslâm şahsiyeti sergilerdi. Böylece dînin ancak zâhir ve bâtın bütünlüğü içinde tam mânâsıyla idrâk edilebileceğini, bizzat yaşayışıyla tebliğ ederdi. Bütün kıymetine rağmen kendi ilmî mesâîsine “kıyl u kāl” demesi de, o meşguliyetin “takvâ” karşısındaki durumunu îzah içindi.

[1] Bkz. el-Mâûn, 4-5.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013