Sultan Iı. Abdülhamit Osmanlı'daki Hainleri Nasıl Temizledi?

Osmanlı Tarihi

II. Abdülhamît Han, Osmanlı'nın içerisindeki karışıklığa rağmen halkın huzuru ve ül­ke­nin selâmetini sağlayabilmek için bugünkü modern devletlere bile örnek olabilecek derecede mükemmel bir «istihbârat teşkilatı» kurmuştu. Bu teşkilata rağmen devletin içindeki hainleri temizlemesi hiç kolay olmadı. Nelerle mi karşılaştı? İşte II. Abdülhamit Han'ın yaşadıkları...

İstihbarat teşkilâtında, kendisine karşı bombalı bir suikasti gerçekleştirmiş bulunan Ermeni asıllı Jorris’i dahî -zekâsının büyük bir mahsûlü olarak- bir istihbârat elemanı gibi kullanması, şâyân-ı dikkattir. Hattâ İngilizler’in Madrit büyükelçileri vefât ettiğinde, onun açılan çelik kasalarında Sultan Abdülhamît’le muhâbere hâlinde bulunduğuna dâir çeşitli vesîkaların ortaya çıkması, İngilizler’i bu istihbârâtın kuvvet ve şümûlü hakkında dehşete sevk etmiştir.

Kendisi tahttan indirildikten sonra azılı muhâlifleri tarafından Çırağan Sarayı’nın yakılmış bulunması da, onun bu müthiş istihbârat teşkilâtı ile alâkalıdır. Zira bu sarayın bodrum katları, lebâleb Sultan Abdülhamît’e verilmiş jurnallerle doluydu ve hiç şüphesiz ki saray, onları yok etmek için yakılmıştı. Çünkü bu jurnaller, İttihat ve Terakkî’nin ileri gelenlerini birbirine düşürecek mâhiyetteydi. Sathî bir nazarla bakıldığında bile bunların, birbirleri aleyhine Sultan Abdülhamît Hân’a jurnalcilik ettikleri kolayca anlaşılmaktadır.

SULTAN ABDÜLHAMİT'E MUHALİF OLANLAR SONRA NE DEDİ?

Bu jurnal keyfiyeti dolayısıyla da Sultan Abdülhamît, kendisine muhâlif olanlar tarafından haksız ve çirkin bir sû­ret­te itham edilegelmiştir. Gûyâ onun, ulu-orta verilmiş saçma-sapan jurnallere dayanarak birçok insanı sürgüne gönderdiği pek çok yazılıp söylenmiştir. Ancak bu husustaki gerçeğin lâyıkıyla kavranabilmesi ve Sultan Abdülhamît Hân’ın dirâyet, liyâkat ve hassâsiyetinin anlaşılabilmesi için bir tek misâl zikredelim:

Bir gün yüksek seviyede bir me’murun, Çırağan Sarayı önünden geçerken gûyâ:

“–Âh Sultan Murad Efendimiz!.. Sen başımızda olsaydın, böyle mi olurdu?!.” mânâsında bir söz söylemiş olduğuna dâir bir jurnal alınmış ve bundan dolayı da o me’murun Fizan’a sürgün edilmesi hususunda irâde-i seniyye sâdır olmuştu. Buna îtiraz eden Sadrâzam Saîd Paşa’nın:

“–Efendimiz! Bu ne hâldir, anlayamıyorum?!. Bu me’murun takriben altı ay önce irtikâb ettiği hırsızlık ve rüşvet suçu sâbit olduğu hâlde kendisini affetmiştiniz. Şimdi ise, çok hafif ve sıradan bir jurnale istinâden onu sürgüne gönderiyorsunuz?!.” demesi üzerine, o koca Sultan, Sadrâzam’a şu cevabı vermiştir:

“–Hayır Paşa! Ben onu bu jurnalden dolayı sürgüne gön­der­miyorum! Asıl sebep, bahsettiğin o hırsızlık ve rüşvet suçudur. Ayrıca bu jurnali de kasten kendim verdirttim. Lâkin onu, altı ay evvel böyle bir tertibe baş vurmadan cezâlandırsaydım, yalnız kendisini değil, çoluk-çocuk ve akrabâlarını da cezâlandırmış olurdum. Onlar da, eş ve dostlarına karşı mahcup olurlardı. Şimdi ise, bu adamı gûyâ benim sultanlığıma karşı çıkmış bir insan sıfatıyla kahraman telâkkî edecekler... Böyle olmasını tercih ettim!..”

PADİŞAHIN HAYATINA KASTEDENLERE VERİLEN CEZA

Yalnız bu hâdise dahî, Sultan Abdülhamît Hân’ın devri için sürüp gelen haklı-haksız tenkitlerin değerlendirilmesinde bize büyük bir ışık tutmaktadır.

Sultan Abdülhamît’in kalbî rikkatini kavramaya yarayacak bir hâdise de şudur:

Sultan Abdülazîz’in şehîd edilmesinden beş sene geçmesine rağmen halk, bu fecî ve çirkin hâdiseyi unutmamıştı. Kâtillerin yakalanıp cezâlandırılmasını istiyordu.

Bu umûmî arzu üzerine Yıldız’da hususî bir mahkeme kuruldu. Bu mahkemede Mithat Paşa, Hüseyin Avni Paşa ve daha bâzılarının Ab­dül­azîz Hân’ın kâtili oldukları sâbit oldu. Mahkeme, bunlar hakkında îdam cezâsı verdi. Ayrıca Plevne kahramanı Gâzi Osman Paşa ve Ahmed Cevdet Paşa gibi şahsiyetlerin dâhil olduğu kırk kişilik mûteber bir hey’ete de bu karar bir kere daha tedkîk ettirildi. Onlar da, ittifakla karârı isâbetli gördüklerini beyân ettiler.

Bütün bunlara rağmen Sultan Abdülhamît Han, verilen îdam ce­zâ­larını sürgüne çevirdi. Fazladan olarak da suçunu îtiraf etmiş bulunan Mithat Paşa’nın cebine sürgüne giderken 800 altın harçlık koydu.

Tahayyülün de üzerinde olan bu davranış karşısında hâdiselerin iç yüzüne vâkıf olan bir insanın, bu büyük merhametli pâdişâha karşı dil uzatanları hoş görmesi mümkün müdür?!.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle Osmanlı, Erkam Yayınları