İbret Al, Şerre İbret Olmaktan Sakın!

İbadet Hayatımız

Menfî şeylerden de hikmet ve ibret dersi çıkarılabilir mi?

Her şeye derin bir tefekkürle nazar edebilen kimse için bu cihan, binbir ibret ve hikmet sergisidir. Lâkin, gerek bu muhteşem sergiyi lâyıkıyla idrâk edebilmek, gerekse başa gelen müsbet-menfî hâdiselerden çıkarılması gereken hikmeti görüp ibret alabilmek, ancak kalbin yüksek bir kıvam ve seviye kazanmış olmasına bağlıdır. Zira bu seviyeye ulaşan bir gönül için, zaman rüzgârının esintisiyle dalında şekilden şekle ve renkten renge giren bir yaprak dahî, “mârifetullâhı ve ilâhî azameti anlatan bir dîvan” olur. Olgun kişi, o küçük yapraktan gönlüne nice hikmet ve ibretler devşirir. Her varlığın hayat macerasının hikmetlerini tefekkür eder. Böylece Allâhʼın kudret ve azametinin yüceliğini kavrayıp bütün hâl ve tavırlarının, rızâ-yı ilâhî istikâmetinde olmasına daha büyük bir gayret gösterir.

Ancak kalbi, mârifetullahtan nasipsiz, rûhânî tefekkürden mahrum, gaflet ve kasvet içerisinde kararmış, velhâsıl gönül âlemini ziyan etmiş kimse ise, şâhit olduğu veya başına gelen herhangi bir hâdiseden en ufak bir ibret dersi çıkaramaz. Hattâ içine düştüğü nefsânî hayatın dehlizlerinde, bir sonbahar yaprağı gibi savrulur gider. Böyle bir kalbe, en tesirli öğütler bile fayda vermez. Neticede hiçbir şeyden ibret almadığından, nihâyet herkes onu hazin bir ibret manzarası hâlinde seyreder.

Nitekim Nûh, Âd ve Semûd kavimlerinin kibirli ve zâlim halkı; peygamberlerle mücâdele eden, kendisinin tanrı olduğunu iddiâ eden ve sonunda bir avuç suda helâk edilen Firavun; bir sineğin mağlûb ettiği Nemrut; yaşayışları hayvanlardan daha aşağı olan Lût kavminin, hayâdan yoksun, ahlâksız ve edepsiz insanları ve daha nice zâlimler, kendilerine bildirilen ibret ve hikmetlerden ders almak yerine kıyâmete kadar bütün insanlık için ibret olma bedbahtlığını tercih etmişlerdir.

Mevlânâ Hazretleri ne güzel buyurmuştur:

“Akıllı o kişidir ki, insanların müptelâ oldukları belâlardan ibret alır.”

Bu sebeple aslolan, mârifetullah, yani Cenâb-ı Hakk’ı kalben tanıma yolunda aşkla ilerleyip, gönlü Peygamber muhabbetiyle müzeyyen hâle getirebilmektir. Zira gönül, bu aşk ve muhabbette merhale kat ettiği ölçüde, karşılaştığı hayır ve şer, lûtuf ve kahır her hâdisenin derûnundaki hikmeti çözer ve ondan mânen istifâde etmesini bilir.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, 40 Soru 40 Cevap, Erkam Yayınları, 2011