İbadette Huşuyu Arttırmanın İki Yolu

İbadet Hayatımız

Ebû’l-Hasan Harakānî Hazretleri ibadette huşuyu arttırmanın iki yolunu anlatıyor.

Harakānî Hazretleri’nin teveccühüne mazhar olan bir mürîdi vardı ki, Şeyh’in nazarında bütün müridlerden daha üstündü. Bir gün şeyhine:

“−Efendim, bizim bâzı kardeşlerimiz var ki, onlar koyun sahibi olup malları helâldir. Uzun zamandır birkaç koyunu tekkeye bağışlama arzusundadırlar.” dedi.

Şeyh Hazretleri:

“−Ben öyle bir tevekkül ve teslîmiyet içindeyim ki, Allah Teâlâ bana: «Senin ihtiyaçlarını Ben karşılarım.» buyurdu. Bir daha ısrar etmeyeceğine söz verirsen, bu defaya mahsus, helâl olması şartıyla kabûl ederim...” buyurdu.

Koyunları toplayıp getirdiler. Şeyh Hazretleri tekkeden dışarı çıktı, kolunu sallayınca koyunların bir kısmı tekkeye girdi, bâzısı da hiç kimsenin tekkeye sokamayacağı şekilde kaçıp karşı tarafa gitti. Araştırdıklarında, tekkeye girmeyen koyunların helâl olmadığı anlaşıldı.[1]

İBADETTE HUŞU

Bir gece hizmetçisi turşu yapmıştı. İçine Şeyh’in kendi eliyle ekmiş olduğu bahçeden çöğen otu koparıp koymuştu. Harakānî Hazretleri’nin âdeti, yatsı namazını kılmadıkça yemek yemezdi:

Allâh’ım, Sana olan ibadetlerimi huşû ile tamamlamadan vücudumu beslemeyeceğim.” derdi.

Yatsı namazından sonra yemek getirdiler. Hazret:

“−Bu yemekten karanlık (şüphe) kokusu geliyor.” dedi.

Ertesi gün o bahçeye gidip baktılar ki, bâzı insanlar buğdaylarını sulamak için harklarına su salmışlar, Efendi’nin bağına giden harkın bağlantısı da açık kaldığı için su oraya akmış ve Efendi’nin ektiği sebzeler bu sudan bir miktar almıştı.[2]

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Mü’minin firâsetinden sakınınız! Çünkü o, Allâh’ın nûruyla bakar.” (Tirmizî, Tefsîr, 15/3127)

Bu firâset, basîret ve takvâ hassâsiyeti de Hakk’a yakın kalplerin sanatıdır.

AZ YEMEK VE AZ KONUŞMAK

Ebû’l-Hasan Harakānî g şöyle buyurmuştur:

“Kırk yıl var ki, misafir için hazırlanan dışında ne yemek pişirmiş ne de herhangi bir şey yapmışızdır. Misafir için pişen yemekten de kifâyet miktârı faydalanırdık.”[3]

Harakānî Hazretleri şu kıssayı naklederdi:

Lokman Hakîm bir gün oğluna:

“–Yavrucuğum, bu gün oruç tut ve konuştuğun her şeyi not et! Akşam olunca konuştuklarını bana arz edip hesâbını verdikten sonra iftar edersin!” dedi.

Akşam olunca oğlu konuştuklarının hesâbını vermeye başladı. Vakit iyice geç oldu ve karnı iyice acıktı. Lokman Hakîm ertesi gün de aynı şeyi söyledi. Yine oğlu hesap verinceye kadar iftar iyice gecikti. Üçüncü gün de aynı şey olunca, dördüncü gün oğlu, lüzumsuz konuşmaları terk etti. Akşam babası hesap isteyince de:

“–Hesap verme korkusuyla çok az konuştum.” dedi.

Lokman Hakîm:

“–Gel öyleyse, hemen yemeğini ye!” buyurdu.

Harakānî g bu kıssayı anlattıktan sonra da:

“–Dünyada lüzumsuz konuşmaları terk edenlerin hâli, kıyâmet günü, Lokman Hakîm’in oğlunun hâli gibi selâmet olacaktır.” buyururdu.[4]


[1] Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 315.

[2] Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 315-316.

[3] Attâr, s. 637.

[4] Harakānî, Nûru’l-Ulûm, s. 265.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları