Hz. Âdem'in Kıssasından İbret Veren Yönler

KUR’ÂNIMIZ

Kur’ân’da genişçe yer verilen peygamber kıssalarından Hz. Adem'in (a.s.) kıssasından ibret veren yönler...

Yüce Rabbimiz meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” buyurmuştu. Onlar, “Biz seni övgü ile tenzih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” dediler. Allah “Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim” buyurdu.

Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i topraktan yaratıp ruh üfledikten sonra ona bütün isimleri öğretti. Sonra mahlûkâtı meleklere gösterip “Sözünüzde doğru iseniz şunların isimlerini bana söyleyin” buyurdu. Onlar, “Seni tenzih ederiz! Bize öğrettiğinden başka hiçbir bilgimiz yoktur. En kâmil ilim ve hikmet sahibi şüphesiz sensin” cevabını verdiler. Allah Teâlâ, “Ey Âdem! Bunların isimlerini onlara bildir” dedi. Hz. Âdem mahlûkâtın isimlerini onlara bildirince de “Size ben göklerin ve yerin gizlisini kesinlikle bilirim; yine sizin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilirim demedim mi!” buyurdu.

Böylece insanın ilimle üstünlük kazandığı ve hilâfete lâyık hâle geldi gösterilmiş oldu. Allah (c.c) meleklere, “Âdem’e secde edin” diye emir buyurdu. İblîs dışındakiler derhal secde ettiler; o ise direndi, büyüklendi ve kâfirlerden oldu. Kendisinin ateşten, Hz. Âdem’in ise topraktan yaratıldığını söyleyerek kendini üstün gördü.

Daha sonra Allah Teâlâ, Hz. Âdem kendisiyle huzur bulsun diye eşi Havvâ’yı var etti. Ona, “Ey Âdem! Sen ve eşin cennette oturun, orada istediğiniz yerden rahatça yiyip için ve şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” buyurdu.[1]

İblis, bir şekilde Hz. Âdem ile Havvâ’nın yanına sokuldu. Onlara vesvese verip, “Ey Âdem! Sana sonsuzluk ağacının ve son bulmayacak bir hükümranlığın yolunu göstereyim mi?”[2] “Rabbiniz size bu ağacı sırf melek olursunuz veya ebedî yaşayanlardan olursunuz diye yasakladı” dedi. Bir de “Ben gerçekten sizin iyiliğinizi isteyenlerdenim” diye kuvvetle yemin etti. Böylece onları aldattı[3], ayaklarını kaydırdı, içinde bulundukları nimet deryasından çıkardı. Allah (c.c) onlara, “Birbirinize düşman olmak üzere inin! Bir zamana kadar sizin için yeryüzünde kalacak bir yer ve ihtiyaç maddeleri vardır” buyurdu. Onlar cennette ne açlık biliyorlardı ne çıplaklık, ne susuzluk çekiyorlardı ne de sıcaklık. Allah’a verdikleri sözü unutup O’nun emrini terkedince bu rahattan mahrum kaldılar, dünya külfet ve meşakkatine düştüler. Rızık temini için sıkıntı ve yorgunluk çekmeye başladılar.[4]

Hz. Âdem ile Havvâ, kendilerine yasak edilen ağacın meyvesini tattıklarında ayıp yerleri kendilerine göründü. Allah’tan ve birbirlerinden hayâ ederek hemen cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar. Derhal hatalarını anlayıp pişman oldular, tevbe ve istiğfara sarıldılar. Rableri onlara, “Ben size o ağacı yasaklamadım mı ve şeytanın size apaçık bir düşman olduğunu söylemedim mi?” diye seslendi. Daha sonra Hz. Âdem’e Rabbinden bazı sözler ulaştı, bunlarla tevbe ettiler, büyük bir mahcûbiyet içinde:

“Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz, bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz!” dediler.[5] Allah da onların tevbelerini kabul buyurdu. Şüphesiz O, tevbeleri kabul buyuran ve rahmeti sınırsız olandır. Sonunda affedildiler ama yine de dünya sıkıntısını çekmekten kurtulamadılar. Demek ki insanın edep yerlerini örtmesi, buraları açılınca hayâ etmesi fıtratında vardır. İslâm’ın belirlediği şekilde giyinip örtünmek insanlık îcâbıdır.

Rivayete göre Allah Teâlâ, Hz. Âdem’e:

“–Sana, cennette bol bol ihsanda bulunduğum ve kendisinden istediğin gibi istifade ettiğin bunca nimet yetmedi mi ki haram kıldığım şeyden tattın?” buyurmuş. Âdem (a.s) da:

“–Evet, nimetlerin yeterliydi Rabbim, fakat izzetine yemin ederim ki ben bir kimsenin yalan yere senin ismine yemin edebileceğini hiç sanmıyordum” demiş.[6] Hz. Âdem, Allah adına yalan yere yemin etmenin, yalan söze Allah’ı şâhit tutmanın ne büyük bir cür’et olacağını biliyor ve hiçbir akıllı varlığın bunu düşünebileceğine ihtimal vermiyordu. Ama böyle bir şeyi yapabilecek boyutta bir cehâlet ve dalâlet içinde kimselerin olabileceğini ilk defa acı bir şekilde tecrübe etmiş oldu. Bu tecrübeyi hiçbir zaman unutmamak gerekir.

Yeryüzüne inerken Allah Teâlâ onlara şöyle buyurmuştu: “Oradan hepiniz inin! Benden size muhakkak bir rehber gelecektir. Kim benim gönderdiğim rehbere uyarsa artık onlara ne korku vardır ne de üzüleceklerdir. İnkâr eden ve âyetlerimizi yalan sayanlara gelince onlar cehennemliklerdir ve orada devamlı kalıcıdırlar.”[7]

“Size benden bir hidayet geldiğinde bilesiniz ki hidayetime uyan artık ne sapar ne de bedbaht olur. Kim de beni anmaktan yüz çevirirse mutlaka sıkıntılı bir hayatı olacaktır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz. O, «Ey Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin? Hâlbuki daha önce gören biriydim» der. Allah (c.c), «İşte böyle! Sana âyetlerimiz geldiğinde onları unutmuştun, bu gün de aynı şekilde sen unutuluyorsun!» buyurur. Haktan sapan ve Rabbinin âyetlerine inanmayanları işte böyle cezalandırırız. Hiç şüphesiz âhiretteki ceza daha şiddetli ve daha kalıcıdır.”[8]

Yeryüzüne indirilmiş olan insana düşen artık Allah’tan kendisine gönderilen hidayete uyarak tekrar aslî vatanına dönebilmek için bütün gücüyle çalışmaktır.

Dipnotlar:

[1] el-Bakara 2/30-35; Âl-i İmrân 3/59; el-A‘râf 7/12, 189; el-Hıcr 15/28-33; Tâ-hâ 20/55; Sâd 38/76-77.

[2] Tâ-hâ 20/120.

[3] el-A‘râf 7/20-22.

[4] el-Bakara 2/36; Tâ-hâ 20/117-119.

[5] el-Bakara 2/37; el-A‘râf 7/22-23.

[6] Taberî, Târîh, I, 129; İbn Asâkîr, Târîhu Dımeşk, Ömer b. Ğarâme el-Amrî, Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1415/1995, VII, 402; İbn Kesîr, Tefsîr, III, 398.

[7] el-Bakara 2/38-39.

[8] Tâ-hâ 20/123-127.

Kaynak: Doç. Dr. Murat Kaya, Kitabımız Kur’ân Muhtevâsı ve Fazîletleri, Erkam Yayınlıar