Huzurlu Evlilikte Beş Şart

Aile Hayatımız

Huzurlu bir aile yapısı için yapılması gerekenler nelerdir? İşte Huzurlu evlilikte aranacak beş şart...

1- Muhabbet: Muhabbetin menşei, bir ismi de Vedûd olan Cenâb-ı Hak’tadır.

İki taraf da Allah rızâsına uygun bir şekilde aralarındaki muhabbeti artırmaya gayret etmeli, kendilerini sevdirmeye çalışmalı, birbirlerinin rûhuna girecek bir damar bulmalıdır.

2- Sadâkat: Bey ve hanım birbirine dürüst ve sâdık olmalıdır. Zor zamanlarda, taraflar; şikâyet ve bezginliğe düşmemeli ve fedâkârlık göstermelidir.

3- Karşılıklı saygı: Bey ve hanım arasında;

  • Samimiyet olmalı, lâubâlîlik olmamalıdır.
  • Vakar olmalı, kibir olmamalıdır.
  • Tevâzu olmalı, zillet olmamalıdır.

Evlilikte gönül âhengine de îtinâ edilmelidir.

4- Sabır: İki insanın hayat arkadaşlığında; mutlaka tahammül gerektiren zamanlar, sıkıntılı anlar olacaktır. Taraflar, böyle zamanlarda birbirlerinin güzel huyunu düşünmelidir. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- buyurur:

“Bir mü’min, hanımına buğz etmesin. Onun bir huyunu beğenmezse, bir başka huyunu beğenir.” (Müslim, Radâ, 61)

Evlilikte taraflar arasında meydana gelebilecek münakaşaların, evlâtlara vereceği zarar düşünülmeli, İslâm âdâbı ve ahlâkı ile olgun bir tavır sergilenmelidir. Evlâtlar asla anne-babalarının kavga ve sert sözlerine şahit edilmemelidir.

5- Mes’ûliyet: Taraflar, birbirlerine karşı olan vazifelerini ihmal etmemelidir. Peygamberimiz; hanımların beyleri, beylerin hanımları üzerindeki haklarını îlân etmiştir.

Unutulmamalıdır ki, esas hayat âhirettir. Aile huzuru da, insanın uhrevî hazırlığına hizmet eder. Âyet-i kerîmede buyurulur:

“Ey îmân edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun…” (et-Tahrîm, 6)

Bir anne ve babanın evlâtlarına bırakacağı en güzel mîras, onlara İslâmî bir karakter ve şahsiyet kazandırmasıdır.

Halîfe Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh-’e veziri şu teklifte bulundu:

“–Efendim, beytülmalden aldığınız tahsisâtın kâfî gelmediği görülüyor. Biraz daha fazlasını emir buyursanız da, bir kısmını ihtiyaten biriktirip vefâtınızdan sonra evlât ve torunlarınızın zarûrî ihtiyaçları için bıraksanız?!.”

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh- bu teklife şu mânidar cevabı verdi:

“–Eğer geride kalan evlâtlarım sâlih kimselerden olurlarsa, onların sıkıntıya düşmelerinden korkmam. (Yani benim yolumdan gelirlerse, onlara mal bırakmama ihtiyaç yok.) Zira Cenâb-ı Hak;

«…Allah sâlih kullarının velâyet ve vesâyetini bizzat deruhte eder.» (el-A‘râf, 196) buyurmuştur.

Yok, sâlih değil de sefih olacaklarsa, böyleleri hakkında da yine Kur’ân-ı Kerim’de;

«Mallarınızı sefihlere vermeyiniz!..» (en-Nisâ, 5) buyurulmuştur. Bu ilâhî nehye rağmen, sefih olacak çocuklarıma mal mı toplayacağım?!.” (Ebu’l-Ûlâ Mardin, Huzur Dersleri, İstanbul 1966, II-III, 769-770)

Ne güzel bir şuur!..

Yâ Rabbî!.. Biz de Peygamberimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi; Sen’den hidâyet, takvâ, iffet ve gönül zenginliği niyâz ederiz. (Müslim, Zikir, 72)

Ailelerimizi, hanımlarımızı ve evlâtlarımızı bizlere iki cihanda göz nûru eyle!..

Âmîn!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Mart, Sayı: 169