Hüvallahüllezi Dinle - Hüvallahüllezi Okunuşu ve Anlamı, Arapça, Meali

VİDEOLAR

Büyük Çamlıca Camiî İmam-Hatibi Kerim Öztürk, Haşr suresinin (Hüvallahüllezi) 20, 21, 22, 23 ve 24. ayetlerini okuyor. Hüvallahüllezi’nin Arapçası, okunuşu, anlamı ve fazileti.

HÜVALLAHÜLLEZİ OKUMANIN FAZİLETİ

Malik bin Yesâr’dan (radıyallahu anh) rivayet edildiğine göre Resûlüllah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: 

“Kim sabah kalkarken üç defa ‘Eûzü billâhi’s-Semî’ıl-Alîmi mine’ş-Şeytânirracîm = Allah’ın rahmetinden kovulmuş olan şeytandan, işiten ve bilen Allah’a sığınırım’ der ve Haşr sûresinin sonundan üç âyet okursa, Allah o kimseye akşama kadar duâ ve istiğfar etmek üzere yetmiş bin melek vazifelendirir. O günde ölürse şehid olarak ölür. Kim geceye girerken okursa o da aynı dereceye ulaşır.” (Tirmizî, Fedâilü`l-Kur`ân 22, Mevakıt 65; Müsned, 5/26)

HÜVALLAHÜLLEZİ ANLAMI (MEALİ)

Haşr suresi 20-24. ayetlerinin anlamı şu şekildedir:

“Cehennemliklerle Cennetlikler elbette bir olamaz. Cennetlikler, işte onlar, gerçekten kurtuluşa erenlerdir.

Eğer biz bu Kur’an’ı bir dağın tepesine indirseydik, sen onu Allah korkusundan başını eğip paramparça olduğunu görürdün. Biz bu misâlleri insanlara veriyoruz ki, etraflıca düşünüp gerekli dersi alsınlar.               

O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur! Duyuların algı sahası dışında kalan şeyleri de, duyuların algı sahasına giren şeyleri de bilir. O, Rahmân’dır, Rahîm’dir.          

O Allah ki, O’ndan başka ilâh yoktur! O Melik’tir, Kuddûs’tür, Se­lâm’­dır, Mü’min’dir, Müheymin’dir, Aziz’dir, Cebbâr’dır, Mütekeb­bir’dir. Allah, müşriklerin ortak koştukları şeylerden çok uzaktır, yücedir.  

O Allah Hâlık’tır, Bârî’dir, Mûsâvvir’dir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nu tesbih eder. O, Azîz’dir, Hakîm’dir.” (Haşr Suresi, 20-24. ayetler)

HÜVALLAHÜLLEZİ TEFSİFİ

Haşr suresi 21-24. ayetlerinin tefsiri şöyledir:

Haşr suresinin 21. ayetinde; 

Bu misâle göre, şayet Kur’an büyük bir dağ üzerine indirilmiş ve dağa öyle bir şuur verilmiş olsaydı, göğe doğru başkaldırmış o ulu dağ, bütün katılığına rağmen Allah korkusu altında son derece etkilenir, her türlü itaatsızlığı bir kenara atarak çatlayıp paramparça oluncaya kadar ilâhî emirlere boyun eğerdi. O halde sahip kılındığı akıl ve şuur kabiliyeti ile o ilâhî emâneti yüklenen, bir taraftan cehennem ateşi, diğer taraftan cennet nimetleriyle kuşatılmış olarak istikbale doğru gitmekte olan insanların bundan daha fazla etkilenmesi ve uyanık olmaları gerekir. Fakat ne yazık ki, o çok zalim ve çok cahil olan insan, bundan müteessir olmamakta, Allah’tan korkmamakta, O’na saygı duymamaktadır. Ayrıca Allah’ın hukukunu, nefislerinin vazife ve istikbalini unutmakta, iyilik ve kurtuluş yollarını düşünemez duruma gelmektedirler. Hz. Mevlânâ’nın anlattığı şu hikâye, Allah’ın kelâmı ve zikri karşısında insanın bu derin gafletini ne güzel gözler önüne serer:

“Bir köylü öküzünü ahıra bağlamıştı. Bir arslan geldi, öküzü yedi ve onun yerine geçti oturdu. Köylü, gece vakti ahıra girdi, öküzünü bağladığı tarafa gitti. O aptal kişi, etrafını eliyle yoklayarak öküzünü arıyordu. Öküzünü ararken arslanı buldu. Elini, orasına burasına sürmeye, bazan sırtını, bazan yanını, böğrünü yoklamaya, elini yukarı, aşağı gezdirmeye başladı. Arslan, kendi kendine diyordu ki: «Eğer fazla aydınlık olsaydı, bu za­vallı adamın ödü kopar, yüreği kan kesilirdi. Şimdi şu gece vakti, beni kendi öküzü sanıyor da, rahatça oramı bu­ramı kaşıyor.» Cenab-ı Hak buyurdu ki: «Ey aldanmış kör kişi! Adımın zikr edilmesinden Tûr dağı paramparça olmadı mı? (bk. A‘râf  7/143) Uhud dağı benim büyüklüğümü anlasaydı, paramparça olur, gönlü kanla dolardı.» Allah’ın mübârek adını babandan, anandan işitmiş olduğun için, gaflet içinde habersizce ona sarılmışsın. Taklide uymadan, Allah’ın adının hakîkatinden haber alsan, incelir, erirsin; hatif gibi belirtin bile kalmaz. Seni korkutmak için anlattığım bu hikâyeyi dinle de, taklide uy­manın nasıl bir afet olduğunu anla.” (Mesnevî, 503-513. beyit)

Dolayısıyla verilen bu gibi misallerin hedefi, insanların düşünüp istifade etmelerini sağlamak; muşahhas örneklerden hareketle aklî ve fikrî mânaları kavrayıp, geçmiş ve geleceklerini düşünmeye yönlendirmek; Allah’ın sonsuz azamet ve kudreti huzurunda eğilerek yarın kadar yakın olan âhiret için hazırlanıp ateşten korunmalarına yardımcı olmaktır.

Esas gâye, zâtı,  isimleri, sıfatları ve fiilleriyle Allah Teâlâ’yı tanımak ve şöylr bir mârifetle tam bir samimiyet ve teslimiyet içinde O’na kulluk yapmaktır:

Haşr suresinin 22, 23 ve 24. ayetlerinde;

Korkusundan o haşmetli, o kuvvetli ve sağlam dağların bile titreyip baş eğerek paramparça olacağı Yüce Allah, kendisini bir kısım isim ve sıfatlarıyla tanıtmaktadır. Bunlara Kur’an dilinde “el-Esmâü’l-Hüsnâ” denilir. (bk. A‘râf  7/180) Burada bu güzel isimlerden şunlara yer verilmektedir:

هُوَ  (Hû): O.

اَللّٰهُ  (Allah): Rabbimizin özel ismi; bütün isim ve sıfatlarını kendinde toplayan en büyük ismi.

اَلْعَالَمُ (Âlim): Görülen veya görülmeyen, gizli veya açık her şeyi en iyi bilen.

اَلرَّحْمٰنُ  (Rahmân): Nihâyetsiz merhamet sahibi; rahmetiyle her varlığı kuşatan.

اَلرَّح۪يمُ  (Rahîm): Çokça merhamet eden, yaratıkların tüm ihtiyaçlarını gideren.

اَلْمَلِكُ (Melik): Hükümdar, sultan, padişah; hâkimiyetin mutlak sahibi; görünen ve görünmeyen taraflarıyla tüm kâinatın hakiki ve yegâne mâliki,

اَلْقُدُّوسُ  (Kuddûs): Her türlü eksiklikten uzak, mutlak kemal sahi­bi, yaratılmışların tasavvur ve tasvirine sığmaz; tertemiz olan ve tertemiz kılan.

اَلسَّلَامُ (Selâm): Her türlü kusur ve afetlerden sâlim olan; selâmetin kaynağı, esenlik veren, selâmete çıkaran.

اَلْمُؤْمِنُ  (Mü’min): Güven veren, emniyete kavuşturan, kendisine güvenilen, va’dine itimat edilen, gönlünü imana açanlara iman veren, kendisine güvenenleri korkudan emin kılan.

اَلْمُهَيْمِنُ (Müheymin): Koruyup kollayan, görüp gözeten, yöneten ve denetleyen, kâinatın mutlak hâkim ve idarecisi.

اَلْعَز۪يزُ  (Azîz): Üstün kudret sahibi, mağlup edilemeyen mutlak güç sahibi, ye­gâne galip, izzet ve şânın asıl sahibi ve kaynağı.

اَلْجَبَّارُ (Cebbar): İradesine sınır olma­yan, istediğini her durumda yapabilen, hükmüne ve yetkisine karşı konulamayan, yaratılmışların halini iyileştiren, yaraları saran, dertlere derman olan, erişilemez, yüceler yücesi, güç ve azamet sahibi.

اَلْمُتَكَبِّرُ (Mütekebbir): Büyüklüğü apaçık olan, azametini ortaya koyan, büyüklük ancak kendisine yaraşan, büyüklükte eşi olmayan,

اَلْخَالِقُ (Hâlık): Takdir ettiği gibi yoktan yaratan.

اَلْبَارِئُ (Bâri’): Örneği olmadan yaratan, yaratıklarını düzgün ve âhenkli kılan, ya­ratmanın tüm safhalarındaki inceliklerin asıl kaynağı.

اَلْمُصَوِّرُ (Mûsâvvir): Şekil, biçim ve özel­lik veren, varlıkların maddî-manevî, duyularla idrak edilen edilemeyen tüm şekil ve hususiyetlerini belirleyen.

 اَلْحَك۪يمُ (Hakîm): Bütün hükümleri ve işleri yerli ye­rince ve sağlam olan; hüküm ve hikmet sahibi.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim sabaha çıktığında üç defa اَعُوذُ بِاللّٰهِ السَّم۪يع الْعَل۪يمِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرُّج۪يمِ (Eûzü billâhi’s-semî’i’-l alîmi mine’ş-şeytani’r-racim) «Kovulmuş şeytandan her şeyi işiten ve bilen Al­lah’a sığınırım» deyip de Haşr sûresinin sonundan üç âyet-i kerîme okuya­cak olursa, Allah ona akşam oluncaya kadar dua edecek yetmiş bin melek gönderir. Şayet o gün ölürse şehîd olarak ölür. Her kim bunu akşamleyin oku­yacak olursa, onun için de aynı şey söz konusudur.” (Tirmizî, Sevâbü’l-Kur’an 22)

Unutmamak gerekir ki, göklerde ne var yerde ne varsa hepsi, tüm varlıklar, isim ve sıfatları haber verildiği şekilde olan Allah’ı kesintisiz tesbih etmektedirler. Akıl sahibi insana düşen de Allah Teâlâ’yı tanıyabildiği kadar tanımak; bütün güç, kuvvet, istidat ve imkânlarıyla O’na kul olabilmektir. O’nu zikir, tesbih ve tefekküre gark olmuş selim bir gönle erişebilmektir. İnsanın, yarın Allah’ın huzurunda vereceği imtihan için bu husus çok büyük bir öneme sahiptir. Kulun hazırlanması gereken en büyük imtihan da zâten budur.