Hicretten Sonra Tebliğ Nasıl Yapıldı?

Nübüvveti

Peygamberimizin (s.a.s.) Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra İslam tebliği nasıl yapıldı?

Fahr-i Kâinât Efendimiz, doğup büyüdüğü Mekke-i Mükerreme’den Medine’ye doğru hicret için çıktığında, çok sevdiği şehrine dönüp şöyle buyurmuştu:

“Ne güzel bir beldesin, bana ne kadar da sevimli geliyorsun. Şayet kavmim beni senden çıkarmasaydı senden başka bir yeri yurt tutmaz, yuva kurmazdım.” (Tirmizî, Menâkıb, 68/3926)

Lâkin İslâm’ı tebliğ aşkı ve ümmetini ateşten kurtarmaya olan büyük iştiyâkı, O’nun için her sevginin üstündeydi. Şöyle niyaz buyurdu:

“Yâ Rabbî! Mekke’yi bize sevdirdiğin gibi Medine’yi de sevdir! Öyle ki Mekke’den daha ziyade sevdir!” (Buhârî, Fedâilü’l-Medîne, 12; Müslim, Hacc, 480)

Böylece Yesrib’i Medîne-i Münevvere eyledi. Orada İslâm’ın Asr-ı Saâdet toplumu tesis edildi, fazîletler medeniyeti inşâ edilmiş oldu. Elbette Medine’nin ve Medinelilerin hidâyeti kâfî değildi.

İSLAM’I TEBLİĞ

Bütün insanlığa son Hak din ile gönderilen ve Son Peygamber olan -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in en çok ihtimam gösterdiği meşguliyeti, İslâm’ı tebliğ edecek bir nesil yetiştirmek idi. Mekke’de Dâru’l-Erkam, Medine’de Ashâb-ı Suffa bu faaliyetin mekânları oldu. Resûlullah Efendimiz, yetişen sahâbîlerini tebliğ için beldelere gönderiyordu:

Yemen’e Muâz bin Cebel ve Hazret-i Ali’yi gönderdi. O diyarlar Müslüman oldu.

Câfer-i Tayyâr, Habeşistan’da 13 sene kaldı, İslâm’ı tebliğ etti.

Peygamberimiz; kendisine ne yapılsa affederdi, lâkin Bi’r-i Maûne’de Kur’ân talebelerine pusu kurup, onları katledenlere karşı öyle hüzünlendi ki, mes’ullerine bir ay bedduâ etti.

Çevredeki bütün imparatorlara ve valilere İslâm’a davet mektupları gönderdi. Böyle bir mektup hazırlandığında; Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;

“–Kim götürecek?” diye sorardı. Derhâl birçok genç kalkar;

“–Yâ Resûlâllah! Bu şerefi bana bahşet!” derlerdi.

“Şu çölleri nasıl aşacağım, kralların göz işaretine bakan cellâtların karşısında bu mektubu nasıl okuyacağım?” diye asla düşünmezlerdi.

Peygamberimiz’in vefâtından sonra da, Sahâbe-i Kiram, Efendimiz’den aldığı hidâyet nûrunu gönüllere ulaştırabilmek gayesiyle tâ Çin’e, Semerkant’a, Kayrevan’a gitti. Hazret-i Ömer zamanında tâ Dağıstan’a gidildi. Hazret-i Osman zamanında tâ Kazan’a gidildi.

Bugün İstanbul ve Anadolu’nun muhtelif yerlerinde birçok sahâbe efendilerimize ait makam ve meşhetler var. İslâm; Filipinlerden Endülüs’e, Afrika’nın içlerinden Orta Asya’ya kadar çok geniş bir coğrafyada işte bu fedâkârlıklarla, bu seferlerle ve bu hicretlerle yayıldı. İslâm’ı yaşayarak ve yaşatarak tebliğ için hicret etme usûlünü, bilhassa mutasavvıflar ve dervişler şevkle devam ettirdiler.

Kaynak: Osman Nuri Taopbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Erkam Yayınları