Her Şey Hakkın Şâhidi, Ya İnsan?

İbadet Hayatımız

Bir şeyin hakikatini kesin olarak bilmek manasına gelen şâhitlik Kur’ân-ı Kerim’de geçen çok önemli kavramlardan birisidir. Yaratılan her mahlûk Hakk'a şahittir, ya insan?

Şâhit, hazır bulunup görmek veya duymak suretiyle bilinen bir şeyi haber verendir.

İkinci mânâ, “kelime-i şehâdet” terkibindeki şâhitliktir. Allah’tan başka ilah olmadığına ve Peygamber Efendimizin O’nun Kulu ve Rasûlü olduğuna şehâdet etmek Müslümanlardan olmak demektir. Bu şâhitlik; inanç ve ikrar ihtiva eden bir duyuş ve hissedişin ilanıdır.

  • Şehadet Kavramı

Üçüncü mânâ ise Allah yolunda ölmek ile kazanılan ulvî makama işaret eder. Bu makamın sahibi şehit diye isimlendirilir. Şehit, şâhit kelimesinin mübalağalı kullanımıdır. Şehidin şâhitliği; Hak yolundaki yaşayışı, cihadı ve canını vermekten çekinmeyecek fedakârlığı ile o kadar açık ve belirgindir ki şâhitliğin en üst seviyesini ifade eder. Allah yolunda öldürülen, hayattaki kararlılığı ve canını verdiği andaki müşahedesi ile şâhit olmanın ötesine geçer ve şehit diye adlandırılan daha yüce bir makama terfi eder.

Şehâdet kavramı, daha çok bu son mânâsı ile bilinir. Ne var ki Kur’ân-ı Kerim’in şehitlik ve şehâdet kavramını ele alışı çok daha şümullüdür. Hatta Kur’ânımız bizim anladığımız mânâdaki şehide şehit dememiş, bu ulvî makamın sahibini “Allah yolunda öldürülen” şeklinde tarif etmiştir. Bu bize şehâdet kavramının Kur’ânımızdaki geniş ve derin manaları üzerinde tefekkür fırsatı vermelidir.

  • Şahitlik İdrak ve Şuur Halidir

Şâhitlik her şeyden evvel Rabbimizin kendisine izafe ettiği bir idrak ve şuur halidir. Allah her şeye şâhittir. (Nisa, 33) Allah’ın şâhitliği, evvel emirde kendisi ile ilgilidir ve bunu melekler ve ilim sahipleri tasdik ederler: “Allah, hak ve adaleti ayakta tutarak, kendinden başka ilah olmadığına şâhitlik etti; melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar ettiler. (Evet) O’ndan başka ilah yoktur; O mutlak güç ve hikmet sahibidir.” (Al-i İmran, 18)

Rabbimiz kendi birliğine şâhit olduğu gibi Peygamber Efendimizin hak din ile gelen Rasûl olduğuna (Fetih, 28), Kur’ân’ın hak kitap olduğuna (Ahkaf, 8), İslam’ın galip geleceğine (Fetih, 28), mü’minlerin, müşriklerin, kâfirlerin ve münafıkların yaptıklarına da şâhittir. Rabbimizin şâhitliği yanında meleklerin, Rasûl-ü Ekrem Efendimizin, İsa aleyhisselamın, havarilerin, Musa aleyhisselamın, ilim sahiplerinin ve Ümmet-i Muhammed’in şâhitliği de söz konusudur. Peygamber Efendimizin ve O’na tâbî olanların şâhitliği âyeti kerimede şöyle ifade edilir: “Böylece sizler (ey Ümmet-i Muhammed!) insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi (dengeli ve ölçülü) merkez bir ümmet yaptık.” (Bakara, 143)

  • Peygamberimizin (s.a.v) Şahitliği

Ümmet-i Muhammed’in bütün insanlara, Peygamber Efendimizin de ümmetine şâhitliğinin “vasat ümmet” tarifi çerçevesinde ilk akla gelen anlamı hayat tarzıdır. Müslüman hayat tarzı, Allah’ın insanlar hakkında murat ettiği hayat tarzıdır. İslam’ın mensupları hakkı ve hakikati muhafaza ve müdafaa hususunda herkese örnek olmak durumundadırlar. Vasat ümmet olmak insanların kendilerinden iyiyi, güzeli, hayrı ve doğruyu öğrendiği insanlar topluluğu olmak mânâsına gelir. Bu güzide topluluğun şâhidi ise Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz’dir.

Rasûlullah Efendimizin şâhitliği, ümmetine talim ettiği hayat tarzının ne ölçüde yaşandığına dair bir şâhitliktir. Bizler, nasıl yaşanacağını ve dolayısıyla nasıl şâhit olunacağını O En Güzel İnsan’dan öğreniriz. Sünnet, bu mânâda bir şehâdet tâlimidir. O’nun sünneti ne ölçüde öğrenilir ve yaşanırsa başkalarına şâhitliğimizin o kadar tesirli olması umulur. Bu takdirde Rasûlullah Efendimiz de hakkımızda güzel şâhitlik yapabilecektir. Zaten Veda Haccında geçen şu ikaz böyle bir şehâdetin tahakkuku içindir: “…Haberiniz olsun ki, ben, önceden gidip Cennetʼte Kevser Havuzu’nun başında sizi bekleyeceğim! Diğer ümmetlere karşı, sizin çokluğunuzla sevineceğim. Sakın (günah işleyerek) yüzümü kara çıkarmayın!” (Müslim, Hac, 147; Ebû Dâvûd, Menâsik, 56)

  • Hakkında Güzel Şehadet Edilenler

Hepimiz şu hayatta hakkında güzel şehâdet edilenler arasına girmek için çalışıyoruz. Bunun ilk şartı güzel şâhit olmak, yani hayattaki gâyemizin farkına varmaktır. Tıpkı Rabbimizin kendi hakkındaki şehâdeti gibi bizler de ne olduğumuzun, nereden gelip nereye gittiğimizin ve bu dünyada niye hayat sürdüğümüzün idrakinde olmalıyız. Şâhit olmak, görerek ya da anlayarak, meselenin künhüne vakıf olmaktır. Künhüne vakıf olduğumuz andan itibaren eskisi gibi olamayız. O biliş ya da idrak ediş hâli ile varlıklar âlemindeki yerimizden (idrakimizden/hazır bulunuşumuzdan) daha farklı bir yere terfi ederiz. Eğer şâhitliğin muktezası yerine getirilirse akan zamanın içinde geçen her an bu terfii, ivmesi artan bir seyre dönüştürür ve böylesi bir seyir tutturana başkalarına şâhit olma hilati giydirilir.

Kendine şâhit olmayanın, bir diğer ifade ile bir vücudu, şahsiyeti ve idraki olmayanın başkasına şâhitliği söz konusu olamaz. Dolayısıyla şâhitlik evvelemirde özün şâhitliğidir. Kendini idrak eden, kendisinden yola çıkarak başkalarını idrak edecek hale gelir; varlıklar hiyerarşisindeki yerini bilir, en başta Rabbi olmak üzere bütün mahlûkat ile hakkında murat edilen irtibatı kurar ve kurduğu irtibat ile kâinattaki harika nizama (mizan) intikal eder. Bu takdirde iç ve dış âlemde Rabbimizin şâhitliğiyle bize göstereceğini vaat ettiği işaretlerin hepsi bir yakınlaşma vesilesine dönüşür: “Kur’an’ın gerçek olduğu kendileri için apaçık belli oluncaya kadar onlara çevrelerinde ve kendilerinde bulunan ayetlerimizi hep göstereceğiz. Rabbinin her şeye şâhitlik etmesi (onlar için) yeterli değil midir?” (Fussilet, 53)

Başkalarına şâhit olabilmek bir temyiz derecesidir. Bu temyiz, kendi şâhitliği ile tatmin olmanın ötesinde, yaşadığı hakikatin bayraktarlığını yapmayı üstlenmektir. İçte (enfüs) yeşeren şehâdet şuuru dışta (afak) temsil vazifesi ile meyveye durur. Şâhitlik bayraktarlığı, görenin gözünü alan, pırıltılı ve cezbedici bir duruştur. Özü sözü bir olmakla ortaya çıkan bu duruşun sahiplerini Allah över ve sıddıklar ile birlikte zikreder: “Allah’a ve peygamberlerine iman edenler, (evet) işte onlar, Rableri yanında sıddıklar ve şâhitlerdir. Onların mükâfatları ve nûrları vardır. İnkâr edip de âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar da cehennemin adamlarıdır.” (Hadid, 19)

Şehâdet; maiyet ve murakabe halinin sahibinin eline, yüzüne, gözüne, derisine, bedenine, zihnine ve kalbine nakşolması ile ortaya çıkan bir dirilik halidir. Şâhit olanın gafil olması söz konusu değildir. Gaflet, uyanıklık ve diriliğin pörsümesi, zihnin ve kalbin muttasıl şâhitliğe kapanmasıdır. Şâhitliğine ara veren ya da önemsemeyen, her anı ayrı bir tecelli olan bu muazzam âlemde geriye düşmeye başlar. Geriye düşen sabit bir yerde duramaz. İbret alacakken ibret olur. Elleri, ayakları ve diğer bütün uzuvlarının aleyhinde şâhitlik edeceği bir duruma duçar olur.

Rabbimize sığınacağımız bu hâle düşmemek için şâhitliğin psikolojik bir duruş olduğunu bilmemiz icap eder. Şâhitlik iradenin müstahkem tavrıdır ki gayba iman ve ilimle ortaya çıkar. İlim, Kitap ve Sünnet’e yapışmakla verilen bir nimet, gayba iman ise riski üstlenilerek tercih edilen bir yoldur. İlim bu yolda yürümeyi kolaylaştırır. Ama şehâdeti muhafaza için yürüdüğümüz bu yolda esas mesafe kuvvet sahibi olmakla alınır. Kuvveti Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle tarif etmiştir: “Kuvvetli mü’min, Allah nazarında zayıf mü’minden daha sevgili ve daha hayırlıdır. Aslında her ikisinde de hayır vardır. Sana faydalı olan şeye karşı gayret göster. Allah’tan yardım dile, acizlik gösterme. Başına bir sıkıntı gelirse: “Eğer şöyle yapsaydım bu başıma gelmezdi!” deme. “Allah takdir etmiştir. Onun dilediği olur!” de! Zira “eğer” kelimesi şeytan işine kapı açar.” (Müslim, Kader 34)

Kuvvet; şâhit olduğunu sahiplenmek, faydası olana doğru yürümek, işlediğinin arkasında durup geriye bakmamak ve en önemlisi de inandım dedikten sonra geri dönmemektir. Kuvvet; hayata tutunmak, pes etmemek, verilene razı olup daha iyisi için mücadele etmek ve şehâdetimizi her hâl ve kârda yaşamaya devam etmektir. Bu, kulluğumuzun sürekli farkında olmayı gerektirir. Kulluğumuz, esas şâhitliğimiz ve esas şâhit olunmasını umduğumuz yegâne sermayemizdir.

Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, Rabbimiz; bizler ise O’nun emrimize musahhar kıldığı şu âlemde O’nu tanımak, O’nu bilmek ve O’nu sevmek üzere yolculuğa çıkmış kullarıyız. Şâhitlik, O’nu afak ve enfüste göstereceği tecellileredir. Tecrübe ettiğimiz her hadise, her kişi ve farkında olduğumuz her an farklı esma tecellilerinin, kimi zaman zıt, kimi zaman bir ve fakat hep muhteşem bir ahenk içinde görünen sûretleridir. Her gördüğümüzü kendimizi de katarak “lâ” ile nefyeder, ortada kalanın sadece ve sadece O (c.c.) olduğunu biliriz. Şâhit olduğumuz aslında O’nun kibriyâsıdır. Rabbimizin Zât-ı Ecelli Âlâsından istiyoruz; bu şehâdet ile şâhit olunan, bu şâhitlik ile göçüp, bu şâhitlik ile dirilenlerden olalım.

Kaynak: M. Lütfi Arslan, Altınoluk Dergisi - Nisan 2020, Sayı:410