Hep Ahireti Tercih Etti

Sahabiler

Halîfeliğinden önce de sonra da aslâ dünyaya meyletmedi. Tıpkı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi, bütün arzusu; âhiret yolculuğunu, ilâhî vuslat iştiyâkı içinde ve dünya sıkletlerinden âzâde bir gönül huzûruyla tamamlamaktı.

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- şöyle buyurmuştur:

“İnsanları iki kısım gördüm. Kimisi dünyayı ister, kimisi âhireti ister. Ben ise Mevlâyı tercih ettim… İslâm’a girdiğimde beni iki amel karşıladı; dünya ameli ve âhiret ameli. Ben dâimâ âhiret amelini tercih ettim…”[1]

Ebû Bekir -radıyallâhu anh- dünyayı âhiretin tarlası olarak görür ve:

“Yâ İlâhî, dünyayı bana genişlet ve beni ona karşı zâhid kıl!” diye duâ ederdi. Yani bana önce dünyayı ver, sonra onun âfetlerinden korunmak için sevgisini gönlümden al ve ben kendi irâde ve arzumla fakr içinde olayım, demek isterdi.[2]

Halîfeliğinden önce de sonra da aslâ dünyaya meyletmedi. Tıpkı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- gibi, bütün arzusu; âhiret yolculuğunu, ilâhî vuslat iştiyâkı içinde ve dünya sıkletlerinden âzâde bir gönül huzûruyla tamamlamaktı. Bu sebepledir ki vefâtına yakın, büyük bir istiğnâ hâli içinde, kendisine âit bir arazinin satılıp halîfeliği müddetince zarûreten aldığı maaşların devlet hazinesine geri ödenmesini vasiyet etti.[3]

Ölüm döşeğindeyken de kızı Hazret-i Âişe’ye, sütünü içtikleri deveyi, içinde elbise boyadığı kabı ve giydiği kadife elbiseyi vefâtından sonra Hazret-i Ömer’e teslim etmesini vasiyet etti. Gerekçe olarak da bunlardan, müslümanların işleriyle meşgul olurken istifâde ettiğini söyledi. Âişe vâlidemiz de babasının vefâtından sonra, bunları yeni halîfe Hazret-i Ömer’e teslim etti. Bu eşyâları teslim alan Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-:

“–Ebû Bekir! Allâh’ın rahmeti senin üzerine olsun! Senden sonra gelenleri çok müşkül durumda bıraktın!” dedi.[4]

Hazret-i Ebû Bekir -radıyallâhu anh- şu samimî niyazda bulunurdu:

“Allâh’ım! Ömrümün en hayırlı devresi sonu, amellerimin en hayırlı kısmı neticeleri, günlerimin en hayırlısı da Sana kavuştuğum gün olsun.”[5]


[1] Ramazanoğlu Mahmud Sâmi, a.g.e, s. 121.

[2] Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Altın Silsile, s. 32, İstanbul 2005, Erkam Yayınları.

[3] İbn-i-Esîr, el-Kâmil, II, 428-429.

[4] Ahmed, ez-Zühd, s. 110-111; İbn-i Sa‘d, III, 192-194; Süyûtî, Tarîhu’l-Hulefâ, s. 78-79.

[5] Süyûtî, Târîhu’l-Hulefâ, s. 103.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları