Hemhal Olmak Ne Demek?

NE NEDİR?

Hemhal: Hâlleri birbirine benzeyen, bir hâlde bulunan anlamlarına gelmektedir.

HEMHAL OLMAK KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER

Tasavvuf; Kitap ve Sünnet’le hemhâl olabilmek, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip hayatın her safhasında yaşamaya çalışmaktır.

*****

Kur’ân-ı Kerîm’i öğretmeye, onun nûrunu, feyzini, bereketini yaymaya gayret etmeliyiz. Kur’ân-ı Kerîm’e olan ihtiyacımızı aslâ unutmamalıyız. Kur’ân ile dâimî bir ünsiyet içinde hemhâl olmamız; onun emir ve nehiyleri

ile istikâmetlenmemize ve ahlâkı ile ahlâklanmamıza vesîle olur. Aksi yönde hareket etmek, büyük bir hüsran sebebidir. Ebedî istikbâli, fânî lezzetler uğruna hebâ etmektir.

*****

Ne Mutlu Kur’ân ile Hemhâl Olana!..

Hadîs-i şerîflerde buyrulur:

“Kur’ân okuyunuz! Çünkü Kur’ân, kıyâmet gününde kendisini okuyanlara şefâatçi olarak gelecektir” (Müslim, Müsâfirîn, 252, 253; Ahmed, V, 249, 251)

*****

“Allah, geceleyin iki rekât namaz kılan (ve Kur’ân okuyan) bir kulu dinlediği kadar hiçbir şeyi dinlemez. Allâh’ın rahmeti, namazda olduğu müddetçe kulun başı üstüne saçılır. Kullar, Kur’ân’la hemhâl oldukları andaki kadar hiçbir zaman Allâh’a yaklaşmış olamazlar.” (Tirmizî, Fedâilü’l-Kur’ân, 17/2911)

*****

Kurʼân ile Hemhâl Olmanın Mükâfâtı

Kur’ân-ı Kerîm ile hemhâl olan hakikî hâfızlar dünya ve âhirette pek çok ilâhî ikramlara nâil olurlar. Nitekim Allah dostlarından Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddise sirruh-, Adana’da bu vasıfta vefât etmiş bir hâfızın

30 sene sonra yol geçme zarûreti sebebiyle nakil için kabrinin açıldığını, ancak o kimsenin cesedinin hiç bozulmamış olduğunu, üstelik kefeninin dahî pırıl pırıl durduğunu, bizzat müşâhede eden biri olarak nakletmişlerdir.

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Hâmil-i Kur’ân (Kur’ân-ı Kerîm’in ahkâmı ile yaşayan, ahlâkı ile ahlâklanan ve hikmeti ile kemâle eren bir hâfız efendi) öldüğü zaman Allah, onun vücûdunu yememesini yere vahyeder. Yer de der ki:

«Yâ Rabbi! Sen’in kelâmın sînesinde iken, ben onun vücûdunu nasıl yiyebilirim?..»” (Deylemî, I, 284/1112; Ali el-Müttakî, I, 555/2488)