Hayır Yolu

Cemiyet Hayatımız

Esas olan, gönüldeki mazeret üretme hastalığını tedaviye yönelmektir. İçinde istek olmayan, imanında ve davasında şüphe ve tereddütleri bulunan kimseler için, havanın sıcaklığı ya da soğukluğu bile engel teşkil eder.

Hayır yolu, sarp bir yokuşu tırmanma çabasıdır. İnsan nefsinde ise atâlet (tembellik) esastır. Bu bakımdan imansız, idealsiz ve mefkûresiz bir yüreğin, sarp yokuşu göze alması zordur. Zayıf imanlı kimseler de bir takım temennilerde bulunsalar bile, böyle bir azimden mahrumdurlar. Bu mahrumiyet, çoğu zaman bir takım mazeretler ortaya koymakla tezahür eder. Böyle kimseler, vicdanlarıyla baş başa kaldıklarında, hakikati kendileri de sezerler; fakat başkalarına karşı kendilerini haklı çıkaracak özürler ileri sürmekle, hakikatte kendilerini kandırmaya da devam ederler. Âyet-i kerimede bu durum şöyle ifade edilir:

“Doğrusu insan, bir çok mazeretler ileri sürse de hakikatte kendisini görür ve bilir”. (Kıyâmet Sûresi, 14-15)

İMANDA PROBLEMLER

Esas olan, gönüldeki mazeret üretme hastalığını tedaviye yönelmektir. İçinde istek olmayan, imanında ve davasında şüphe ve tereddütleri bulunan kimseler için, havanın sıcaklığı ya da soğukluğu bile engel teşkil eder. İmanda problemleri olması sebebiyle Tebük Gazvesi’ne çıkmayan kimselerin durumları hakkında Kur’an-ı Kerim şu beyanda bulunur:

“Allah’ın Rasûlü’ne muhalefet etmek için geride kalanlar, oturmuş olmakla sevindiler. Malları ve canları ile Allah yolunda cihâd etmekten hoşlanmıyorlardı. “Bu sıcakta savaşa gitmeyin” diyorlardı. De ki: “Cehennem ateşi sıcaklık yönünden daha şiddetlidir”. Eğer anlasalardı (cihaddan geri kalmazlardı).” (Tevbe Sûresi, 81)

“Eğer çağrıldıkları şey elde edilmesi kolay bir dünya menfaati ve sıradan bir yolculuk olsaydı (Ey Peygamber) sana uyacaklardı. Fakat zorlukla katedilecek mesafe kendilerine uzak geldi. (Sen gazadan dönünce de) onlar: “Gücümüz yetseydi sizinle beraber çıkardık” diye Allah adına yemin edecekler. Onlar kendilerini helâk ediyorlar. Allah onların yalancı olduklarını bilir.” (Tevbe Sûresi, 42)

AHİRET MÜKAFATI

Karşılığı yalnız Allah’tan beklenen hayır ve hizmetlerde yer alamamanın önemli bir sebebi de, dünyevî menfaatleri her şeyin önüne alma tercihidir. İmân merkezli bir hayat tarzını benimsemeyen insan, fıtratında bulunan aceleciğin de tesiriyle, sürekli dünyevî hesapları gündemine alır. Âhiret mükâfatı ise uzun vadede bir sonuç gibi görüldüğünden sürekli geri bırakılır. Yüce Rabbimiz bu hakikate de şöyle dikkat çeker:

“Hayır, hayır! (Ey insanlar!) Siz çarçabuk geçen (bir dünya ve nimetlerin)i seviyorsunuz ve Âhireti bırakıyorsunuz!..” (Kıyâmet Sûresi, 20-21)

Dünyevî rahat ve zevklere saplanıp kalmanın, insanı Hak yolunda geri bırakan çok tehlikeli bir tuzak olduğu da şöyle beyan edilir:

“Ey îman edenler! Size ne oldu ki, ‘Allah yolunda topluca çıkıp seferber olun’ denildiğinde yere çakılıp kaldınız? Yoksa Âhiretten vazgeçip dünya hayatına mı razı oldunuz? Fakat âhiret hayatının yanında dünya hayatının zevki pek azdır.” (Tevbe Sûresi, 38)

NASİPSİZLİĞİN İŞARETİ

Hayırlı amellere ve hizmetlere koşamamak, nasipsizliğin bir işâretidir. İçinde hayra karşı istek, şevk ve heyecan bulunmayan kimselerin, hemen tevbe ve istiğfâra yönelmeleri, kendilerini hesaba çekmeleri, manevî hayatlarının diriliğe ve sağlığa kavuşması için zaruridir. Yine Tebük Gazvesi’nde yaşanan şu tablo ne kadar ibretlidir:

Ebû Heyseme Tebük seferine en son katılanlardan biriydi. Başlangıçta seferin zorluğu sebebiyle Medine’de kalmış, orduya iştirak etmemişti. Bir gün, bahçesindeki çardakta ailesi kendisine mükellef bir sofra hazırlamış, onu da yemeğe çağırmışlardı. Ebû Heyseme, bu manzarayı görünce aklına Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- ve ashâbının hâli gelerek yüreği sızlamış ve kendi kendisine:

“Onlar bu sıcakta Allah yolunda zorluklara katlanmaktayken, benim bu yaptığım olacak şey mi?” demiş ve büyük bir pişmanlıkla kendisi için hazırlanan sofraya hiç el sürmeden derhal yola düşüp Tebük’te İslâm ordusuna katılmıştı.

Onun geldiğini gören Allah Resülü -sallallahu aleyhi ve sellem-, bu davranıştan memnun oldu ve:

“Yâ Ebâ Heyseme! Az kaldı helâk olacaktın!..” buyurarak onun affı için Cenâb-ı Hakk’a duâ etti.30

Kendinde hayra ve ilây-ı kelimetullah hizmetlerine karşı isteksizlik bulunan kimse, şayet tedaviye yönelmezse, zamanla hastalığı artacak, donuklaşacak, uzaklaşacak ve hatta kendisi hayra koşmadığı gibi koşmaya çalışanları da küçük görmeye başlayacaktır. Bu ise ilâhî rahmetten tard edilmenin son tezâhürleridir. İşte bu durum, Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem-’in haber verdiği “Allah tarafından geri bırakılma” cezasının tecelli etmesidir.

30) İbn-i Hişâm, IV,

Kaynak: Dr. Adem Ergül, Göklere Yolculuk Var, Erkam Yayınları