Hayattaki Amacımız Nedir?

İbadet Hayatımız

Modern toplumlarda insanlar kafalarını kaldırıp hidayet nuruna bakmak yerine, başlarını önüne eğip ellerinde taşıdıklarına, telefonlarına bakıyorlar, beyinleri yıkanıyor. Bilinçleri ve hisleri işgal altına alındı. Gerçek budur ki; dünya bizi narkotize etti, uyuşturdu. Kör, sağır ve duyarsız olduk. Bugün acil bir şekilde harekete geçmek lâzım. Şiddetli tedaviler lazım... Yazar Rabia Brodbeck, günümüz Müslümanlarının problemleri ışığında gerçek sorularımıza yönelmeye davet ediyor.

Mübarek Ramazan ayı da tamamlandığı zaman da gönül orucu devam ediyor. Mübarek Hac ayı tamamlandığı zaman Hazreti Hacer’in mücadelesi devam ediyor.

Hazreti Hacer samimiyetin, sadakatin ve aşkın timsali. Yüce Allah en zor görev için en güçsüz varlığı seçmiştir. Yaşam ve ölüm arasında, çölde yalnız bırakılmıştı. Çölde muhabbet savaşındaydı. Onun rolüne bürünmeye ve onun savaşını sürdürdüğü yerde savaşmaya çalışalım. Yolda çaba göstermeye çalışalım, arayış içinde olalım. Hayatımızı böyle şekillendirelim. Öğrenmek için kendimizi varlığın çöllerine atalım. Hayatımızı dindarlaştıralım, Hac ve Ramazanlaştıralım.

Mübarek Ramazan ve Hac ayının müthiş bir birleştirici gücü var ve evrensel bir muhabbet sergileniyor. Rahmeten-lil âleminin bereketi ve merhameti tüm dünyaya yayılıyor.

Ramazan ümmetin ayıdır. Ramazan ayında ibadet eden her mümin tüm dünyadaki Müslüman cemaatle bir oluyor. Bütün kalpler diğer kalplere bağlanıyor ve Muhammed aşkının denizine varıyorlar. Haccın özü tek bir ruh, tek bir aile, tek bir topluluk, tek bir ümmet haline gelmektir.

Hacıların vazifesi hakiki kardeşlikteki birlik sırrını yaşamaktır. İnsan hacca gidince bir unvan kazanıyor; “hacı” oluyor. İnsanlar Ramazan ayının hakkını verdiklerinde de bir unvan kazanıyorlar; “Muhammedî” oluyorlar. Hac’da müminler Allah’ın davetine ‘telbiyesinde’; “Lebbeyk Allahumme lebbeyk...” diyerek cevap vermenin sevincini yaşarlar. Ramazan’da inananlar Efendimizin “ümmetim, ümmetim!” yakarışlarına karşılık vermenin hazzını hissederler, “Fakr fahrımdır” diyen sevgilinin aşkını yaşarlar.

Her bir mümin kendi hayatında Ramazan ve Hac’daki kazandığı tevhid şuurunu kaybetmemek için sene boyunca sürekli bir gayret göstermelidir.

Biz dünyada hep alışveriş yaparız, hep ticaret yapmakla meşgulüz. Hâlbuki, ilahi ticaret yapabilmek için ahiret pazarına girmeliyiz. Ahiret pazarına girdiğin zaman Allah c.c. karşılığında ebedi hayat, ebedi huzur, ebedi güvenlik, ölümsüzlük veriyor. Her yerde kamera var – otoparkta, şirketlerde, okulda vb.. yalnız biz bir ilahi kamera olduğunu unuttuk. Kadınlar ve de erkekler bugün güzelleşmek için estetik ameliyatlarında her türlü acıyı kararlı bir şekilde çekmeye hazır. Biz ilahi güzelliklere erişmek için her türlü acıyı çekmeye ne zaman hazır olacağız?

Ne zaman “ölmeden evvel öl” ilahi reçetesini uygulayarak Allah için acı çekmeye başlayacağız? Estetik ameliyatı yerine kalb ameliyatına ne zaman gireceğiz? Hastalandığımızda hemen eczaneye koşuyoruz. Ne zaman ilahi eczaneye başvurmaya ve ilahi reçete uygulamaya başlayacağız? Çünkü sadece bunlar uygulandığı takdirde şifa bulmanın imkanı vardır. Genç öğrencilerin tek amacı diploma, sertifika almak oldu. Halbuki diğer taraftan baktığımız zaman hikmet, irfan, ilim, idrak, şuur ve marifet meyveleri var. Şuur sahibi olduğumuz zaman, Allah c.c bize de bir diploma verecektir, bizi mükafatlandıracaktır.

Hepimiz yıldızlara hayranız; sinema, pop star, şarkıcı, oyuncular, futbolcular vb.. ve onlara karşı kuvvetli bir cazibe hissediyoruz. Halbuki gökyüzünde de yıldızlar var. Bunlar Allah’ın evliyaları, aşıkları, dostları. Onlara aşık olduk mu? Onlara karşı ilahi bir cazibe hissettik mi?

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Hamza, Hz. Hüseyin, Hz. Nesibe, Hz. Hatice, Hz. Ayşe’ye aşık olduk mu? Efendimiz (s.a.v.), “Ashabım yıldızlar gibidir; hangisini takip ederseniz hidayeti bulursunuz,” buyurmuşlardır. O hidayet yıldızları için nübüvvet göğüne bakmalıyız. Onların hidayet nurunu algılamak gerekiyor. Modern toplumlarda insanlar kafalarını kaldırıp hidayet nuruna bakmak yerine, başlarını önüne eğip ellerinde taşıdıklarına, telefonlarına bakıyorlar, beyinleri yıkanıyor. Bilinçleri ve hisleri işgal altına alındı. Gerçek budur ki; dünya bizi narkotize etti, uyuşturdu. Kör, sağır ve duyarsız olduk. Bugün acil bir şekilde harekete geçmek lâzım. Şiddetli tedaviler lazım. Değerli şeylerden kaçmaktan ve değersiz şeyleri arzulamaktan ne zaman vazgeçeceğiz? İnsanlar önlerine cennet sofrası serilmişken ve kendilerine hayat suyu verilmişken, yemeye ve içmeye ne zaman başlayacaklar?

Allah’ı tanıma heyecanı yerine sıradanlık içinde kalmaktan ne zaman vazgeçeceğiz? Peygamber Efendimiz (s.a.v.)in; “Kalbinizden fetva alın” tavsiyesine uymaya ne zaman başlayacağız? Zulmü zalimlerin değil bizim kendi nefsimize ettiğimizi ne zaman fark edeceğiz? Hz. Mevlânâ buyuruyor; “Bedene verilen lezzet sizi hamlaştırır fakat çektiği acı sizi olgunlaştırır. Dinin teklifi altına girmedikçe hakiki imanı elde etmiş olmazsınız. “Allah’tan kaçtınız ama yemekten kaçmadınız. Dinden kaçtınız ama putlardan kaçmadınız. Ey bu deni dünyasız yapamayanlar! Onu bir halı gibi seren Zât’tan ayrı nasıl yapabiliyorsunuz? Ey lüks ve konforsuz yaşayamayanlar! Kerîm olan Rabbimizden ayrı kalmaya nasıl dayanıyorsunuz?”

Ne zaman hakikatin peşine düşmeye başlayacağız? Ne zaman kalbimizdeki putları yıkmaya başlayacağız? Ne zaman adaleti kazanmak için zulüm, hukuku elde etmek için anarşi, özgürlüğü kazanmak için esaret, tasavvufa ulaşmak için felsefe, medeniyete varmak için vahşiliğe, maneviyatçılığı kazanmak için maddiyatçılığa, ehli sünnetten olabilmek için batıl mezheplere karşı ayırt etme kabiliyeti kazanacağız? Ne zaman Şeytanın şerrinden Allah’a sığınmağa başlayacağız? Ne zaman hakîkat yolunda cihad etmeye başlayacağız? Ne zaman kayıtsız-şartsız sevmeyi öğreneceğiz?..

Ne zaman Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) hükümlerinin karşısında aklı feda edeceğiz ve O’nun ayağının tozu olacağız? Ne zaman gaflete, manevi körlüğe ve cehalete karşı manevi uyanışı gerçekleştireceğiz? Ne zaman mahviyet ilmine vakıf olma çabasını göstereceğiz? Sohbet ve dedikodu arasındaki farkı ayırt etme kabiliyetini ne zaman kazanacağız? Bilgi biriktirmek yerine ağlamanın zamanı gelmedi mi? Dini sohbetler dinlemek yerine Kuran’ı yaşayan birinin ayak izlerini takip etmenin zamanı gelmedi mi? Âlemlerin Rabbinin ve âlemlere rahmet olarak gönderilenin merhametine iltica etmenin zamanı gelmedi mi? Allah’ın ümmet-i Muhammed’e lûtfettiği sınırsız ihsanları fark etme zamanı değil mi?

Kuran’daki İnşirah Sûre­si’nde “Biz sizin göğsünüzü genişletmedik mi?” ayetine kalbimizi vermemizin zamanı gelmedi mi? Gayretlerimizi ve dikkatimizi göğsümüzdeki hazinenin genişlemesine vermemizin zamanı gelmedi mi? Hz. Mevlânâ bu âyetin bir tefsirinde;“Kalbi genişleyip nûr ile dolana kadar beklesin; Allah dedi ki, ‘Senin sadrını genişletmedik mi?’ Oraya nurlanma koyduk, kalbimize inbisat1 koyduk.” Ne zaman namazı seccadeye hapsetmekten vazgeçeceğiz?

Ne zaman Ramazanı ve Haccı bir aya hapsetmekten, zekatı kırkta bir derecesine indirgemekten ne zaman vazgeçeceğiz? Kerbela faciasını 10 Muharrem'e hapsetmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Su içerken her yudumumuzda Hz. Hüseyin’i ne zaman anmaya başlayacağız? Şehit Hâbil’in çocuklarıyız. Hz. Hüseyin ve Hz. Hamza’nın mübarek kanlarının dökülerek şehit edilmelerinin anlamını idrak edemedik. Merdane bir şekilde canlarını feda etmelerindeki yüce gönüllülüğü fark edemedik. Onun yerine, hayvani bir gafletle, kendimizi canlı bomba olarak kalabalık pazar yerlerine sürüp masum sivil halkı katlederek cennetine sorgusuz sualsiz girebileceğimize inandık. Hangi mükellefiyetimizi yerine getiremiyoruz ki, bu bombalar İslam âlemine düşüyor?

Zaman döngüsü İkra” “Oku” ya (96.1) vardı. “İkra”, Efendimiz’in hali olan ümmîlik, ilâhî ilhamata gönlü açabilmek demektir. İnsanlık, başına gelen sınavlarla Allah’ın gönderdiği “İkra!” ayetiyle karşı karşıya kalıyor. Gaflet uykusundan uyanmanın zamanı geldi. Artık işitme zamanı, ilâhî ilhamları ve lütufları fark edebilme zamanı, hem âfâkda (kendi dışlarındaki âlemlerde), hem de kendi nefislerinde (enfüsde) delillerimizi görmeye başlayalım. Kendimizi okuyalım. Kendimiz, dünya ve kâinatla ilgili tefekkür edelim. Kendi kitabımızı okumanın vakti geldi. Gerçek insaniyetimizi, gizli kalmış ilahi potansiyelimizi fark etmenin vakti geldi. Kendimize dönmemizin, birbirimizle yüz yüze gelmemizin, birbirimize yardım etmemizin, birbirimize hizmet etmemizin zamanı geldi.

Birbirimizden öğrenmemizin, birbirimize ilham vermemizin zamanı geldi. Birbirimize ayna olmamızın vakti geldi. Uyanalım! Fıtrata dönelim! Gönlü açalım! Dinleyelim! Görelim! Düşünelim! Anlayalım! İşitelim! Fark edelim! Şuur sahibi olalım! İşaretleri okuyalım! Kendimiz okuyalım! Kendimizi bilelim! Evet Batılılar İslam dinini anlamazlar. Kendimize soralım; biz İslam dinini anlıyor muyuz? İslam’ı yaşıyor muyuz? Biz Hristiyan dinini anlıyor muyuz? Batı da ki hayatı anlıyor muyuz? Cevap hayır ise tek sebebi var; kendimizi anlamıyoruz, bilmiyoruz!

TEVHİDİN NURUNU GLOBAL ZAMANIN KALBİNE NAKŞETMELİYİZ

Tevhidin nurunu global zamanın kalbine nakşetmeliyiz. Bir uyanma zuhur ediyor; mânevî bir dirilme gerçekleşiyor. Zaman insanlığa konuşmaya başladı. Dünya sahnesindeki olaylar mânâlara gebe. Özellikle siyasi senaryolar daha bir mânevî karakter arz etmeye başladı. Dünya sahnesindeki olaylar bütün insanların ibret alabileceği kadar büyük dersler ihtiva ediyor ve o mânâda dünya sahnesindeki olaylar bütün insanlık için birer mânevî eğitime dönüşüyor. Evrensel şuur güçleniyor. Allah, insanlara kurbiyetini öğretiyor. Hayatımızın temel görevi, temel meselesi, temel amacı manevi uyanışa erişmekti. Hz. Mevlana der ki; “Allah gökleri yarattıysa ihtiyaçları gidersin diye yarattı. Nerde dert varsa deva oraya gider, nerede yoksulluk varsa nimet oraya vadır. İbret almayı, uyanmayı Allah’tan dile....Kitaptan, sözden, harften, duraktan değil.”

İnsanın en büyük hastalıklarından bir tanesi hayatını olabildiğince dışsal bir şekilde yaşamasıdır. Hâlbuki, insan için en büyük muzafferiyet, kendi varlığının farkına vararak içine dönebilmesi, kendi özünü ve özündeki mânâyı dışarı çıkarabilmesidir. İnsanın varlığı, aslında içteki hakîkatin dışavurumudur. Muhammedî bir vâris için işaretler içeridedir. İnsan, varlığını içselleştirmelidir. Çünkü dışsallık egemen olunca İslâm dini kişinin bedeninde hakarete uğramış olur ve ilâhî menfezlerden akan ebedî feyiz cereyanları kesilir.

İNSAN KENDİSİNDEKİ GİZLİ HAZİNEYİ BULUP ÇIKARMALI

Bugün en büyük sorunlarımızdan birisi; mânâ­dan uzağız! Mânâdan uzak olmak, çocuğundan uzakta kalan anne olarak sembolize edilir. O anneliğin mânâsını kaybetmiştir. Bu mânâ yoksunluğu bütün ilişkilere yansıyor; öğretmenin öğrenciye, zevc’in zevceye, doktorun hastaya vb... Hayatımızın anlamını bilmezsek Allah’a varamayız. Kendimizi Allah’a kurban etmeden nasıl kurbiyet alemlerine yaklaşabiliriz ki?

Bu yolda insan başını ortaya koymalı. Dünyanın çekiciliğine aldanıp felce uğruyoruz ve artık Rasulullah’ın ve Allah-u Teâlâ’nın çağrılarını duymuyoruz. Hidayet nurunu almak için ilahi susuzluğumuzu arttırmalıyız ve hakikate olan ihtiyacımızın farkına varmalıyız. En çokta Mürşid-il Ekber olan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e muhabbet duymalıyız. Çünkü makamımızı gerçek bir mü’mininkine yükselten ilâhî susuzluğun hissiyatıdır.

Dünya kirlerinin bulaşmadığı o gerçek insanlık nefesinin devr-i daimini yeniden başlatalım. Âb-ı hayatı, ilâhî farkındalığı ve sadrın sonsuz açılımını yeniden bulalım! İnsana fıtratında verilmiş olan şerefi, izzeti, yüksekliği yeniden kazanalım.

İslâm kişiyi çepeçevre saran bir mes’ûliyet ve kayıtsız-şartsız teslîmiyettir. Muhammed ümmetine dâhil olan bir kimsenin mahlûkata, Allah’ın onlara yüklediği mânâ penceresinden bakabilmesi icâb eder. İnananlar bu dünyadaki hayatlarının maksadını araştırmak vazifesiyle mes’ûldürler. Allah’ın kendilerini yarattığı kalıptaki (orijinal çizgileri ve formatı) muhafaza etmek görevleridir. Kendilerine İlâhî rahmânî nefesi üfleyene karşı mes’ûliyetleri vardır. Kendi isim ve sıfatlarını öğretene karşı sorumlu bir şekilde davranmak zorundadırlar. O’nun bilinmek muradını yerine getirmelidirler. Allah’ın, fıtratlarına koyduğu hilafet sırrını tahakkuk ettirmeli, açığa çıkarmalıdırlar. Gizli Hazine’yi2 bulup açığa çıkarmalılar. Elest Bezminde “Belâ… Evet Rabbimizsin”3 diyerek verdikleri söze sâdık olmalılar.


Dipnotlar: 1) genişleme. 2) Kenz-i Mahfî – “Küntü kenzen mahfiyyen…” (Gizli bir hazine idim…) hadîs-i Kudsî’sine bir atıf. 3) Araf Sûresi, 172. âyet.

Kaynak: Rabia Brodbeck, Altınoluk Dergisi, 357. Sayı, Kasım 2015