Hastaların Çıkmak İstemediği Hastane

Hikâyeler

Osmanlı döneminde hastanede yatmakta olan bir gencin babasına yazdığı mektuptan bir kesit.

Allâh’ın kullarına yapılan ihlâslı hizmetler, Allâh’ın rızâsını celbederek büyük ecirlere vesîle olmaktadır. Bu bakımdan bilhassa toplumdaki kalbi kırık ve gönlü mahzun dertlileri ziyâret edip onların ihtiyaçlarıyla meşgul olmak çok mühim bir vazife ve mes’ûliyettir.

Batılı seyyah Hunke’nin, Osmanlı döneminde hastanede yatmakta olan bir gencin babasına yazdığı mektubundan aldığı şu bölümler, Müslümanların hasta ve dertlilerle meşgul olmadaki hassâsiyetine ne güzel bir misâldir:

“Babacığım! Benim paraya ihtiyacım olup olmadığını soruyorsun. Taburcu edilirsem, hastaneden bana bir kat yeni elbise ve hemen çalışmaya başlamak zorunda kalmayayım diye beş altın verecekler. Onun için davar satmana gerek yok…

Canım buradan çıkmak istemiyor. Yataklar yumuşak, çarşaflar bembeyaz, battaniyeler kadife gibi. Her odada çeşme var. Soğuk gecelerde bütün odalar ısıtılıyor. Bizleri tedâvî edenler, çok şefkatli ve merhametli kimseler. Hemen her gün midesi hazmedenlere kümes hayvanları ve koyun kızartmaları veriliyor. Komşum, leziz piliç göğüslerinden birkaç gün daha tadabilmek için, tam bir hafta boyunca sanki iyileşmemiş gibi tavır takınmıştı. Lâkin başhekim şüphelendi ve sıhhatinin delili olarak bir bütün ekmekle tavuğu yemesine müsâade ettikten sonra, onu evine gönderdi. İşte benim de önüme son kızartılmış tavuğum gelmeden önce hemen gel!..”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Faziletler Medeniyeti 2, Erkam Yayınları