Hadid Suresi 4. Ayetin Mesajı

İbadet Hayatımız

Cenâb-ı Hak; zamandan ve mekândan münezzeh, her zaman ve mekânda hâzır ve nâzırdır. “…Nerede olursanız olun, O (Allah) sizinle beraberdir…” (el-Hadîd, 4)

Yunus Emre Hazretleri buyurur:

Ey dün ü gün Hak isteyen,
Bilmez misin Hak kandadır?[1]
Her kandasam onda hâzır,
Kanda bakarsam ondadır.

Cenâb-ı Hak, âyet-i kerîmelerde şöyle buyuruyor:

“Doğu da Allâh’ındır Batı da. Nereye dönerseniz Allâh’ın vechi (yüzü, Zât’ı) oradadır…” (el-Bakara, 115)

HADİD SURESİ 4. AYETİ HİÇ UNUTMA!

“…Nerede olursanız olun, O dâimâ sizinle beraberdir.…” (el-Hadîd, 4)

Cenâb-ı Hak; zamandan ve mekândan münezzeh, her zaman ve mekânda hâzır ve nâzır.

Allah Teâlâ -sonsuz kudretiyle- yarattığı bütün varlıkların her an yanıbaşındadır, onlara kendilerinden daha yakındır. Cenâb-ı Hakk’ın irâde ve yaratması olmasa, o varlıklar ne var olmaya ne de varlıklarını sürdürmeye güç yetirebilirler. Zira bütün kuvvet ve kudretin mutlak sahibi, yalnızca Cenâb-ı Hak’tır.

Müteâl, yani idrâk ötesi mükemmel olan Rabbimiz, kullarını her an görür, duyar, her hâllerine vâkıf olur. İşte bu şuur ve idrâk içinde Cenâb-ı Hak’la kalben beraber olan Hak dostlarına, şu fânî âlemde gördükleri her şey, ilâhî kudret ve azamet tecellîlerini hatırlatır. Ârif bir kul, nereye baksa Cenâb-ı Hakk’ı hatırlar. “Onlar ayaktayken, otururken, yanları üzerine yatarken (her an) Allâh’ı zikrederler…” (Âl-i İmrân, 191) âyet-i kerîmesinden hisse alır. Rabbinin kulunu bir an bile unutmadığını düşünerek gafletten sakınır.

İşte bizleri yaratan, maddî-mânevî nîmetleriyle perverde kılan, takdîr ettiği kadar yaşatan ve sonunda yine kendisine döndüren Rabbimiz hakkında böyle bir kalbî teyakkuz üzere olmak, dâimî zikir hâline kavuşmak demektir. Yani geçici bir müddet veya bir dönem değil; bir ömür boyu, her nefeste Allah ile beraberlik şuurunu kalbe nakşetmektir.

Bir hadîs-i şerîfte:

“Îmânın en üstün mertebesi, nerede olursan ol, Allâh’ın seninle beraber olduğunu bilmendir.” buyrulmuştur. (Heysemî, I, 60)

Mânevî uyanıklık, firâset ve basîret ile hikmet ve hakîkatlere vukûfiyet de ancak kalbin Allah ile beraberliği nisbetinde hâsıl olur.

Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:

Rivâyete göre Îsâ -aleyhisselâm-, teninde alacalar bulunan ve hastalıktan iki şakağı da çökmüş bir şahsa rastladı. O şahıs, üzerindeki hastalıklardan âdeta habersiz bir hâlde kendi kendine:

“–Yâ Rabbi! Sana sonsuz hamd ü senâlar olsun ki, insanların pek çoğunu müptelâ kıldığın dertten beni halâs eyledin!..” diyordu.

Îsâ -aleyhisselâm-, muhâtabının idrâk seviyesini ve mânevî derecesini anlamak arzusuyla ona:

“–Ey kişi! Allâh’ın seni halâs eylediği hangi dert var ki?!” diye sordu.

Hasta şöyle cevap verdi:

“–Ey Rûhullâh! En fecî hastalık ve belâ, kalbin Allah’tan gâfil ve mahrum olmasıdır. Şükürler olsun ki ben, Cenâb-ı Hak ile beraber olmanın zevk, lezzet ve füyûzâtı içindeyim. Sanki vücudumdaki hastalıklardan haberim bile yok…”

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2021 – Ocak, Sayı: 419