Güzel Ahlak Örneği

İbadet Hayatımız

Fârûk-ı Âzam, ekâbir-i ashâb ile birlikte idi. Güzel esvablı temiz bir genç yine onun gibi güzel iki delikanlı tarafından tutulmuş olduğu halde- huzûr-ı hilâfetpenâhîlerine dâhil olarak pîşgâh-ı emîrü’l-mü’minînde durdular. Hazret-i Fârûk, evvelâ iki gence sonra diğerine atf-ı nazarla tetkik buyurdu.

İki delikanlı şu yolda arz-ı meram ettiler:

– Biz iki kardeşiz. Mehâsin-i ahlâkıyle kabîlesinin hüsn-i nazarına mazhar olan pederimiz, bugün bahçesinde gezmekte, kemâle gelmiş meyvelerden iktitâf etmekte iken şu delikanlı tarafından katledilmiştir; ihkak-ı hak ediniz.

Hazret-i Ömer üçüncü gence hitâben:

– İşittin, ne cevâb vereceksin, dedi.

Bu delikanlı asla alâmet-i havf u endî­şe göstermiyordu. Sâbit idi. Dudaklarından yüzüne melâhat verecek bir tebessüm nümâyân olmakta idi. Bir edâ-yı fesâhat ile dedi ki:

– Yâ emîre’l-mü’minîn! Müddeîler sözlerinde sâdıktırlar. Hakîkat-i halden başka bir şey söylemediler.

Hazret-i Ömer:

– İtirâf-ı cinâyet ettin, kısas lâzım geldi, buyurdu.

Delikanlı evvelki sekînetinde berde­vâm olduğu halde dedi ki:

– Madem ki hükm-i şer’î budur. Sem’an ve tâaten, emî­rü’l-mü’mininin emrine itâat farîza-i zimmettir. Lâkin benim bir küçük kardeşim var, müteveffâ pederimiz ona hayli akça tefrîk etmiş ve küçük birâderimi bana tevdî ile; “Oğlum şu emvâl küçük kardeşinindir. Bunların muhâfazası sana aittir.” demiş idi. Ben bu paraları bir yere gömdüm, o mahalli benden başka kimse bilmez. Eğer şimdi kısas emri icrâ olursa o paralar orada kalır. Yetim hakkı zâyî olur. Üç gün müsâade buyurulursa gider o emâneti emniyetli bir adama teslîm eder, ondan sonra döner gelirim. Bu husûsta bana kefil de bulunur.

Hazret-i Fârûk bir müddet tefekkürden sonra:

– Kim bu delikanlıya zâmin olur, buyurdu. Delikanlı hazır bulunanlara dikkatle bakarak Ebû Zerr hazretlerini işâret ile:

– İşte bu zât, dedi.

Hazreti- Ömer:

– Yâ Ebâ Zerr! Kabûl-i zımân ediyor musun, demesiyle beraber Ebû Zerr:

– Evet, dedi.

Üçüncü gün oldu. Dâvacı gençler huzûr-ı Ömer’e geldiler.

Müddeîler dediler ki:

– Ey Ebû Zerr kefâlet ettiğin şahıs nerededir?

Ebû Zerr:

– Müddet hitam bulsun, delikanlı avdet etmediği halde behakk-ı Hudâ icrâ-yı hükm-i zımâna hazırım, cevâbını verdi.

Hazret-i Fârûk:

– Mücrim avdette teahhur eder ise Cenâb-ı Hak şâhid olsun ki, hükm-i şer-i islâmı elbette infâz ederim, buyurdu.

Bütün ashab ağlıyorlardı. Kibâr-ı ashab müddeîlere diyet teklif ettikleri halde onlar dâvâ-yı sâbıkada ısrar ediyorlardı.

Heyecânı son dereceye vâsıl olduğu bir zamanda idi ki genç huzûr-ı emîrü’l-mü’minînde arz-ı vücûd eyleyib dedi ki:

– Yetimi dayılarıma teslim ettim onun ve benim em­vâlimizin bulunduğu mahalli gösterdim. Ancak gelebildim.

Halk bu delikanlının vefâ-yı ahd-i emrindeki sebâta taaccüb ettiler. Delikanlı ise şöyle dedi:

– Merd olan sözünde durur, kim ölümden kurtulur?

– Bu delikanlı bildiğim biri değildir.  “Âlemde fazîlet kalmamış!” mı denilsin?

Müddeî gençler ise o dakîkada dâva­larından vaz geçtiler. Babalarının diyeti beytülmaldan verilmek arzu buyurulduğu halde:

– Biz de dünyada erbâb-ı kerem kalmadı, denilmemek için mücerred rızâ-yı ilâhî kasdıyla dâvamızdan vaz geçdik, deyip onu dahî kabul etmediler.

Ramazanoğlu M. Sâmi, Musâhabe-4, s. 60-65

Kaynak: Mahmud Sami Ramazanoğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 389