Günümüzün Müceddidi Kimdir?

Tasavvuf

Peygamber Efendimiz: “Her yüz senede bir dîni yenileyecek bir müceddidin geleceğini” (Bkz. Ebû Dâvud, Melâhim, 1.) haber vermiştir. Müceddid bir kaç tane mi, yoksa bir tane mi olur? Kim olduğu kendisi hayâtta iken belli olur mu? Eğer belli ise günümüzün müceddidi kimdir? Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz cevaplıyor...

Genellikle tecdîd ile teceddüd kavramları birbirine karıştırılmaktadır. Teceddüd yenilikçilik ve modernizm demektir. Bunların dâvâsı dîni, yeniliklere uydurmaktır. Bugün milleti maddî bakımdan geri kalmış gören ve bu durumu ıslâh için İslâm ile mevcûd sistemden yeni bir karışım ortaya çıkaran, ümmeti adından başka İslâmî bir rengi kalmayacak şekilde sistem boyasına boyayan kişilerin yaptığı iş teceddüddür. Bunlara müceddid değil, müteceddid denilir.

Tecdîd ise, ne mevcûd sistemle anlaşmak için yol ve çare aramak, ne de İslâm ile sistemden meydana gelecek bir karışımdır. Gerçek tecdîd, İslâm’ı ona sonradan bulaştırılmış unsurlardan temizlemek, onu mümkün olduğu kadar saf ve berrak hâliyle hayâta geçirmektir. Soruda temâs edilen hadîste Efendimiz bu mânâda her yüzyılda bir müceddidin geleceğini haber vermektedir.

Müceddid, ulemâdan olabileceği gibi meşâyıh ve devlet ricâlinden de olabilir. Nitekim ilk hicrî asırda Ömer b. Abdülaziz gibi bir devlet adamı müceddid kabûl edilmiştir. Ondan sonraki asırlarda tam bir ittifak hâsıl olmamakla birlikte mezheb imâmları yaşadıkları asırların müceddidi sayılmıştır. Müceddidin aynı asırda birkaç tane olmasına mâni bir hüküm yoktur. Önemli olan yapılan tecdîdin boyutudur.

Müceddid, peygamber değildir. Ancak tabîat ve mizâcı bakımından peygambere en yakın olan insandır. Müceddid, çoğu zaman kendisinin müceddid olduğunu bilmez ve böyle bir iddiâ ile ortaya çıkmaz. Gerek çevresindeki çağdaşları, gerekse sonraki asırlarda gelen insanlar hizmetlerine bakıp onun müceddidliğine hükmederler.

Sûfîler arasında müceddidliği konusunda tevâtür derecesinde ittifak hâsıl olanların başında İmâm-ı Rabbânî gelir. Kendisi ikinci bin yılın müceddidi sayılmıştır. Çünkü o dönemde Hindistan’da yeni bir din kurmak iddiâsıyla ortaya çıkan Ekberşâh’a karşı İslâm’ın sâfiyetini savunmuş ve bunda muvaffak olmuştur. Her devirde sûfîlerden böyleleri çıkabileceği gibi, böyle iddiâlarla ortaya çıkanlar da bulunabilir. O zaman, kişinin yaptıklarına bakmak gerekir. Çünkü: “Görünür şahsın rütbe-i aklı eserinde.”

Kaynak: Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufi Hayat, Erkam Yayınları