Gelenekler Değişir mi?

Cemiyet Hayatımız

Hayâtın her ânını son derece nezih bir İslâmî tavırla yaşamak gerekirken, aksine onun en mühim safhalarını Allah Teâlâ’yı gazaplandıracak bir muhtevâya büründürmek, tıpkı bir bardak menbâ suyuna bir miktar necâset damlatarak onun tümünü içilmez hâle getirmek gibi çirkin bir iştir.

Eskiden düğünler ve sünnetler câmi ve bahçelerde yapılır, mevlidler, Kur’ân-ı Kerîm’ler okunurdu. Zengin-fakir ayırt edilmeden davet edilir, ikramların ardından duâlar edilirdi. “Âmîn, âmîn!” nidâları, ruhların huzur kaynağı olurdu. Yoksullar ve garipler bilhassa çağrılır, dünya ve âhiret saâdeti için onların duâlarından istifâde edilirdi. Zira; “Zenginlerin dâvet edilip fakirlerin çağırılmadığı düğün yemeği ne fenâ bir yemektir.” (Buhârî, Nikâh, 72) nebevî îkâzına ciddiyetle riâyet edilirdi. Böylece feyiz ve rûhâniyet dolu, huzur bahşeden meclisler olurdu.

Günümüzde ise biraz imkânı olanların çoğu, isrâfa dayalı bir güç gösterisi içinde, düğün veya sünnet merâsimlerini çok yıldızlı oteller veya lüks restoranlar gibi, âdeta fukarâya yasak olan yerlerde icrâ eder oldular. Bu düğünlere de muayyen ve elit bir grup davet edilerek oburluğu teşvik eden açık büfe usûlü yemekler ikram edilmekte, mâlâyani mevzulardan sohbet edilmektedir. Hattâ kimi düğünlerde ve sünnetlerde, kat’î bir haram olan içki, sanki o zamana has bir serbestlik varmış gibi derin bir gafletle tüketilmektedir. Nice dindar bilinen, namaz kılan, hacca giden ana-babalar, evlâtlarının içkili, rakkâseli ve gayr-i İslâmî davranışlarla dolu merâsimlerine göz yumarak inançlarıyla tezâda düşmektedirler.

BEYAZ GELİNLİĞİN ANLAMI

Ayrıca günümüzde baba ocağından ayrılan gelinlere yapılması gereken hayırlı telkinlerin de muhtevâsı bir hayli değişmektedir. Eskiden:

“–Kızım, evimizden beyaz gelinlikle çıktığın gibi kocanın evinden de beyaz kefenle çıkasın...” şeklinde sadâkat ve fedâkârlık telkin edilip gelinin gideceği âileye gönlü ısındırılırdı. Ayrıca hayâtın acı sürprizleriyle karşılaştığında da sabretmesi tavsiye edilip:

“–Kızım, ağzından kan gelse, kızılcık şurubu içiyorum, dersin.” diye telkinlerde bulunulurdu. Bu şekilde evvelâ gireceği yuvanın rûhânî dokusu sağlam bir şekilde inşâ edilmeye çalışılırdı. Bugün ise maalesef:

“–Aman kendini ezdirme, sana bir şey söylerlerse sakın ha altta kalma, sen de iki mislini söyle...” gibi güyâ dostâne tavsiyelerle gelinler en baştan menfî şartlanmalar ve peşin hükümlerle doldurulmaktadır. Tabiî ki bunlara paralel olarak dâmatlara yapılan telkinlerin muhtevâsını da tahmin etmek güç değildir.

Günümüzde boşanmaların, geçimsizliklerin, hırçınlıkların, rûhî bunalımların artmasının bir sebebini de, bu ve benzeri mânevî hassâsiyetlerin unutulmasında aramak gerekir. Zira her zâhirî sebebin arkasında dâimâ bâtınî bir sebebin de bulunduğunu unutmamak lâzımdır.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları, 2011