Gazi Ne Demek? Gazi Nedir, Kime Denir?

NE NEDİR?

Gazi nedir, ne anlama gelir? Gazi kimlere denir? Gazi kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de geçiyor mu? Türk-İslam tarihinde gazi / gazilik unvanının kullanımı.

Gazi ve gazilik, Türkler tarafından din uğrunda savaşanlar için mücahit karşılığında kullanılan bir sıfat ve unvandır.

GAZİ NE DEMEK?

Gazi kelimesi (çoğulu guzât, guzzâ, guziy), sözlükte “hücum etmek, savaşmak, yağmalamak; din uğrunda cihat etmek” anlamına gelen gazânın (gazve) ism-i fâili olup savaşta başarı kazanan kumandanlara, hatta hükümdarlara şeref unvanı olarak verilmiştir.

GAZİ KİME DENİR?

Gazi kelimesi Kur’ân-ı Kerîm’de bir yerde çoğul olarak yer almakta (Âl-i İmrân 3/156), başka bir yerde de ima yoluyla şehitlikle birlikte zikredilerek övülür. (et-Tevbe 9/52) Ancak Kur’an’da bu anlamda daha çok mücâhit kelimesi geçer. Hadislerde ise gazinin ve çoğulu guzâtın sıkça kullanıldığı görülür. Bunların bir kısmında “el-gāzî fî sebîlillâh” (Buhârî, “Taʿbîr”, 12; Tirmizî, “Zekât”, 18, “Daʿavât”, 5), bir kısmında yalnızca gazi şeklinde yer alır. (Müsned, I, 20, 53; Buhârî, “Ḫumus”, 13) Hemen tamamında övülen gazilik mefhumu Allah yolunda savaşan kimseler için kullanılır. Hz. Peygamber’in şehitlik ve gaziliğin faziletleri hakkındaki sözleri gaziliğin değerini arttırdı ve “ölürsem şehit kalırsam gazi” düsturunun ortaya çıkmasına vesile oldu. İslâm fütuhatında bu prensibin birinci derecede rolü vardır.

TÜRKLERDE GAZİLİK

Din uğrunda savaşan her Müslümanın sıfatı olan gazi dar anlamda, iktisadî zaruretler yüzünden ortaya çıkan büyük şehirlerdeki, hatta bazan ordudaki muayyen zümreler için de kullanıldı. Asya’nın geniş bozkırlarında hayvancılıkla geçinen, çoğunluğunu henüz İslâmiyet’i kabul etmemiş Türkler’in oluşturduğu göçebeler, çok sert geçen kış mevsimlerinde hayvanları telef olunca şehir ve kasabalara inerler ve şehirlilerden yardım isterlerdi. Şehirlinin cimri davranması üzerine de ihtiyaçları olan şeyleri zor kullanarak alırlardı. Zamanla şehirlerde artan refah göçebeleri buralara çekmeye başlamış, saldırı ve yağmalamaların sayısı da arttı. Emevî idaresi buna çare olarak göçebelere karşı gönüllü birlikler oluşturdu. İlk İslâm kaynaklarında bu gönüllüler gazi diye adlandırılır. Emevî idarecileri bunların barınması için şehirlerin dışında “Ribât” adı verilen kaleler, müstahkem mevkiler inşa ettirmişlerdi. Gazilerin işi daha sonra şehirleri, kervanları korumanın yanı sıra gayrimüslimleri (göçebeleri) İslâm’a davet etmek oldu. Ribâtlardaki şeyh ve dervişler de bu işi gönüllü olarak üstlendi. İşin ilginç yönü, hem gönüllü gazilerin çoğunun hem de göçebelerin Türk olmasıydı. Ancak bu durum fazla sürmedi. Abbâsîler’in ilk yıllarından itibaren ribâtlarda ve şehirlerde gönüllü gaziler huzursuzluk kaynağı olmaya, göçebe gayrimüslimleri takip etmek yerine meskûn yerleri ve kervanları yağmalamaya başladılar. Bu yüzden gazi kelimesi bir süre kötü bir anlam kazandı. Ancak daha sonraki yıllarda kelime tekrar eski mânasında kullanılmaya başlandı. Anadolu gazilerinin mânevî önderi olan Seyyid Battal’ın adı Türk edebiyatında bu ünvanla birleşmiş ve onun adı etrafında âdeta bir edebî tür ortaya çıkmıştır. Battal Gazi Destanı Türk gaziliğinin ruhunu yansıtır. Anadolu gazilerinin cihada giderken bunun ve Ebû Müslim-i Horasânî’nin bayraklarını taşımaları, bu İslâm kahramanlarının hâtıralarını yaşatmaktan kaynaklanmıştır.

Selçuklu hânedanına adını veren Selçuk b. Dukak, gayrimüslim Oğuzlar’la yaptığı cihat sebebiyle El-Melikü’l-Gāzî” unvanını aldı. (Beyhakī, s. 122) Gazneliler devrinde Hindistan’a yapılan seferlerde gaziler de önemli rol oynadılar. Sultan Mesut zamanında Sâlâr-ı Gāziyân Abdullah Kara Tegin gazilerin sevk ve idaresinden sorumluydu.

11. yüzyılda Anadolu’ya yapılan Türk hücumlarına öncü olarak katılan gaziler, Alparslan’ın Bizanslılar’a karşı kazandığı Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’nun fethinde etkili rol oynayan Emîr Dânişmend, Emîr Mengücük, 1. Süleyman Şah gazi unvanıyla birlikte anılırlar. Dolayısıyla Anadolu’nun fethine katılan emirlerin hepsi gazâ geleneğinin temsilcisi oldular. Selçuklu Devleti’nin Bizans ile sınırı olan bölgelerine yerleştirilenlerin “Uç Türkler’i” diye anılan gaziler topluluğu olduğu belirtilir. Bunlarda gazilik babadan oğula geçen ocak hükmünde bir statü idi. Ancak oğulun evvelâ kendini iyi bir cengâver olarak ispatlaması gerekirdi. Âşık Paşa, alp eren (gazi) olabilmek için güçlü bir yürek, cesaret, pazı kuvveti, gayret, iyi bir at, özel bir elbise, yay, iyi bir kılıç ve süngü ile uygun bir arkadaşa sahip olunması gereğinden söz eder.

Bazı kaynaklarda unvan olarak geçen “Alp” kelimesi gazinin Türkçe karşılığı olarak kabul edilebilir. Türkler’in İslâmiyet’e girmesinden sonra bazan “Alp Gazi” biçiminde söylenen bu kelime, tasavvuf cereyanlarının tesiriyle “Alp Eren” şeklinde de kullanıldı. Gazneliler Devleti’nin kurucusu Alp Tegin, Selçuklu Devleti’nin ikinci hükümdarı Alp Arslan olduğu gibi Osman Bey’in dedesi Gündüz’ün unvanı da Alp idi. Osman Gazi’nin arkadaşları arasında hem Abdurrahman Gazi gibi “Gazi”, hem de Konuralp gibi “Alp” unvanlı kumandanlar bulunuyordu.

Kaynak: DİA