Evliyayı Tahkir Eden Alim

Hikâyeler

Evliyayı tahkir eden alimin tam bir teslimiyetle ona bağlanarak intisab etmesine neden olan hadise...

Arapzâde Molla Muhyiddîn, Kanunî Sultan Süleyman devrinin alimlerindendi. İlm-i zahirde eşsizdi. Bazı ilmî eserleri de vardı. Fakat evliyayı inkar ederdi. Hatta:

-”Ben ömrüm boyunca büyük günahlardan hiçbirini işlemedim. Evliyalık ıslah-ı hal ile olsa, evliya ben olurdum” dermiş. Evliya düşmanlığı öylesine fazla imiş ki, Şeyh İbrahim Gülşenî Hazretlerinin yanına:

-”Senin kemiklerini ateşte yaktırırım” demek için gidermiş.

Fatih Camisi’nin yanındaki Semaniye Medreselerinden birinde müderris iken, bir meseleden dolayı Şeyhülislâm Ebussuüd Efendi’ye öfkelenerek onu Sadrazam Rüstem Paşa’ya şikayet etti. Şikayet yazısı padişaha iletilince Arapzâde, Divan’a getirilip sorguya çekildi. Neticede suçu sabit olduğundan dayak cezasına çarptırıldı ve görevinden alınarak Bursa’ya sürüldü. İki yıl sürgünde kaldı. Bilahare affedilip Süleymaniye Medresesi Müderrisliğine tayin olundu.

Kalın (Semiz) Ali Paşa Sadrazam olduğunda, Kanuni Sultan Süleyman’a ilk arzında, Arapzâde’nin Mısır Kadılığı’na tayinini istedi. Padişah bu isteği kabul etti. Fakat canı sıkılmıştı. Divan’dan sonra Hasoda’ya geldiğinde, o sıradaki Hasodabaşı Yakup Ağa padişaha:

-”Düşmanlarınız üzülsün, derdiniz nedir?” diye sorduğu zaman,

-”Vezir ettiğimiz cahile canım sıkıldı. Divan’da cezalandırılmış olan bir gafil için Mısır Kadılığı’nı teklif etti. İlk arzıdır, vermesek vezirlik itibarını ayaklar altına almış oturduk. Verdik ama, kendimizi Mısır ulemasının suçlamalarına hedef yaptık. Ne olaydı ki, Allah vere de sağlıkla Mısır’a varamayaydı” cevabını aldı.

“RUHU İÇİN FATİHA”

Arapzâde gemiye binerek Mısır’a doğru hareket etti. Rodos Adası’na vardığında oranın Sancakbeyi Hüsam Bey kendisini karşıladı. Birkaç gün sonra tekrar gemiye bineceği gün Hüsam Bey:

“-Burada defalarca kerameti görülmüş, duası Allah Katı’nda makbul, Borazan Ali Dede adında bir velî vardır. Ondan himmet dilemeden gitmeyin” tavsiyesinde bulundu. Bu öğüt Arapzâde’nin inançlarına aykırı düştüyse de, sırf sancakbeyinin hatırı için, orada bulunan Muîd Muhyiddîn Menteşevî’ye bir dinar kurban parası vererek:

“-Bize dualar etmeyi unutmasınlar” sözüyle velî ihtiyara gönderdi. Muîd Muhyiddin Efendi, Ali Dede’nin yanına vararak dinarı onun önüne koydu ve duasını rica etti. İhtiyar iki elini kaldırarak:

“-Ruhu için Fatiha” dedi. Muîd, velînin yaşlılık sebebiyle sözünü anlamadığını zannetti. Biraz duraklayıp aynı ricayı tekrarladı. Gene:

“-Ruhu için Fatiha” cevabını aldı. Bu hal üç kere tekrarlandı. Muhyiddin Efendi hayretler içinde:

“-Görelim bakalım, ihtiyarın nefesinden ne çıkar” diye düşünerek geri döndü.

Arapzâde o akşam Mısır’a gitmek üzere gemiye bindiğinde, Kur’an-ı Kerîm’den sayfa açmak suretiyle tefe’ül etti.

“-Ve’n-Naziati ğarkan: (Cesetlerine) boğulmuş olan ruhlarını ta derinlikler(in)den söküp koparan,... (meleklere) andolsun ki...” ayeti çıkınca orada bulunanları bir korku kapladı. Fakat Arapzâde:

“-Ayetin başındaki vav, ulaşma manasına gelen vusul alametidir. Falımız gayet güzel geldi” diye sevindi. Yanındaki alim ve kadılardan bir-iki tanesi:

“-Bizim niyetimiz batmaktan kurtulmak için iken, buradaki gark (batmak) sözünü böyle değiştirmek uygun değildir” diye itirazda bulundular. Fakat Arapzâde itirazları kabul etmedi; hatta canı sıkılarak itiraz edenlerden birini meclisinden dışarı attı. Geride kalanlar seslerini çıkarmadılar. Gemi denize açıldı.

FIRTINA DİNDİ

Gece olduğunda Arapzâde, her geceki gibi okumak için tefsiri açtığında Allah’ın hikmeti, Nuh (a.s.) Tufanı konusunun açıklamasına rastladı. Okumaya devam ederken karşıdan mendil büyüklüğünde bir bulut göründü. Yanındakilere bir taraftan okuyup bir yandan da bulutu göstererek:

“-İşte şu kadarcık bir parça bulut görünür ve anında alem hicab perdesine bürünür” dediği anda birdenbire sözleri gerçekleşti. Öylesine bir fırtına koptu ve öyle bir zifirî karanlık bastı ki, herkes kendi can derdine düşüp bir tarafa çekildi. Gemidekiler hayattan ümitlerini kestiler.

Sabah olanca fırtına da dindi. Kendilerine gelenler kaptan köşkünün, fırtınanın şiddetinden kopmuş olduğunu gördüler. Arapzâde de kaptan köşküyle beraber yok olmuştu. Muîd Muhyiddîn de kaptan yerinde bulunmadığından kurtulmuştu. Hemen geminin rotasını geri çevirip Ftodos’a geldiler. Vakit geçirmeden ihtiyar velînin yanına gidip ayağına kapandılar. O, şu açıklamada bulundu:

“-Siz bize kurban parası getirdiğiniz zaman müşahedemizde gördüm; sanki o gemide berabermişiz. Hızır aleyhisselam Hazretleri elinde bir keserle geminin dört yanını durmadan deler ve keserdi.” Ona:

“-Niçin böyle yapıyorsun?” dedim. Arapzâde’yi göstererek:

“-İşte şu zalimin boğulması istenmiştir” dedi. Bu sefer:

“-Ya bu Müslümanlara yazık değil mi? İstenen onun yok edilmesi ise, kaptan köşkünün koparılması kafidir” dedim. O da:

“-‘İyi söyledin’ diye beni takdir etti ve elindeki keser ile geminin tahta bağlantılarını kopararak o şekilde bıraktı. Böylece ne olacağını öğrenmiş oldum. Fatiha sözleri bu sebeple ağzımdan çıkmış idi.”

Adı geçen Borazan Ali Dede, Şeyh İbrahim Gülşenî’nin halifelerinden Abdi Halife adındaki velîye tam bir teslimiyetle bağlanarak intisab etmiş bir velî idi.

Hadise Peçevî Tarihi’nde anlatılmaktadır. Meşhur tarihçi Peçevî İbrahim Efendi, gemideki olayları, Muîd Muhyiddin Menteşevî’nin bir oğlunun, gene meşhur tarihçilerimizden Alî Efendi’ye gelerek anlattığını yazmaktadır.

Rahmetullahi aleyhim ecmaîn.

Kaynak: Nihat Engin, Altınoluk Dergisi, 1986 - Ekim, Sayı: 8