En Kıymetli İbadet Nedir?

HAYATIMIZ

En kıymetli ibadet hangisidir ve bu ibadet kulluk hayatımızda neden bu kadar önemlidir? Allah’ı sürekli anmanın (zikir) ibadetler arasındaki yeri nedir?

Ecdâdımız; “Hâfıza-yı beşer, nisyân ile mâlûldür.” demişlerdir. İnsanlığın nisyân ve gaflet illetine, yani unutma zaafı ve kasvet-i kalp hastalığına karşı Allâh’ın gönüllerdeki mânevî varlığını ve ulvî mevkiini sürekli tâzelemek, O’nu dâimâ hatırda tutmak ve kalbi O’nunla canlandırmak îcâb eder. Kulu Rabbine yaklaştıran en kuvvetli râbıta olan zikir de; tefekkürdeki durgunluğu, dimağdaki uyuşukluğu gideren, dînî hükümleri îfâ hususundaki rağbeti artıran mânevî bir takviye ve feyz vesîlesidir.

EN KIYMETLİ İBADET NEDİR?

Bu meyanda, Kur’ân tilâveti, namaz, oruç, hac, tesbîh, tahmîd, tevhîd, tehlil, tekbîr, istiğfar gibi, Allâh’ı anmaya vesîle olan bütün ibadetler “zikir” mâhiyetindedir. Nitekim müfessir Bursevî’nin beyânıyla:

“Allah Teâlâ; «Allâh’ın zikrine koşun.» (el-Cum’a, 9) âyetinde namazı, «zikir» olarak isimlendirmiş ve «Beni zikredin.» emrinin bütün tâat ve ibadetleri içine aldığını belirtmiştir.” (Rûhu’l-Beyân, II, 95-96)

Nitekim Abdülvehhâb Müttekî Hazretleri’ne:

“–Tâlibin dâimâ zikirde olması lâzımdır, diyorlar. Bu nasıl olur?” diye sorulduğunda Hazret şu cevabı verir:

“–Hayırlı amelle meşgûl olan, dâimâ zikirdedir. Namaz kılmak zikirdir. Kur’ân okumak zikirdir. Din ilimleri öğretmek ve öğrenmek zikirdir. Her hayırlı amel, zikirdir.”

Öte yandan bütün ibadetler, Allâh’ı uyanık bir kalple zikredebilme ölçüsünde kıymet kazanır. Allah’tan gâfil bir kalple yapılan ibadetler ise zikrin feyzinden noksandır, huşû şartına riâyet edilmemiş demektir.

Yani zikir, ibadetlerin içinde bulunması gereken zarûrî şartlardan biridir. Bunu Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hadîs-i şerîflerinde şöyle ifâde buyurmuşlardır:

“Beytullâh’ı tavâf etmek, Safâ ve Merve arasında sa’y etmek ve şeytan taşlamak, Allâh’ın zikrini ikāme etmek için emredilmiştir.” (Ebû Dâvûd, Menâsık, 50/1888)

“Kim Allah -azze ve celle- Hazretleri’ne itaat eder, emir ve yasaklarına hakkıyla riâyet ederse, O’nu zikretmiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân tilâveti az bile olsa!

Kim de Allâh’a karşı isyan hâlinde bulunursa (günahları terk etmezse), Cenâb-ı Hakk’ı zikretmemiş olur; velev ki (nâfile) namazları, oruçları ve Kur’ân okuması çok bile olsa!” (Heysemî, II, 258)

Bir sahâbî, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e gelerek:

“–Hangi cihâdın ecri daha büyüktür?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikreden kimsenin cihâdı!” buyurdu. Adam:

“–Hangi oruçlunun ecri daha büyüktür?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikreden kimsenin orucu!” buyurdu.

Bundan sonra adam, namaz kılanlar, zekât verenler, hacca gidenler ve sadaka verenler için de aynı soruyu tekrarladı. Fahr-i Kâinât Efendimiz bunların hepsine de:

“–Allah Teâlâ’yı en çok zikredeninki!” buyurdu.

Bunun üzerine Ebû Bekir -radıyallâhu anh-, Hazret-i Ömer -radıyallâhu anh-’a:

“–Ey Ömer! Allâh’ı zikredenler, hayrın tümünü alıp götürdü!” dedi. Bunu duyan Kâinâtın Efendisi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- onlara doğru yöneldi ve:

“–Evet, öyledir!” buyurdu. (Ahmed, III, 438; Heysemî, X, 74)

Yine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, namaz sonrası ve yatağa girince yapılan tesbîhâtın fazîlet ve sevâbından bahsettikten sonra şöyle buyurmuştur:

“Şeytan, namazda iken birinize gelir ve; «Şunu hatırla, bunu hatırla!» der. Namazdan ayrılıp gidinceye kadar buna devam eder. Neticede kişi bu tesbîhâtı bile terk eder. Kişi yatağına girince de şeytan ona gelir, (bu zikirleri yapmadan) uyutmaya çalışır ve uyutur da.” (Tirmizî, Deavât, 25/3410; Ebû Dâvûd, Edeb, 99-100/5065)

Zikrullah, En Büyük İbadet

Yani Allâh’ı hatırlamak, zihni ve kalbi O’na bağlayıp O’nu anmak, ibadetlerin makbûliyet şartlarından biridir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur:

(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitâb’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allâh’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (el-Ankebût, 45)

İşte dînin direği sayılan namaz ibadetinin de “zikir” olarak ifâde buyrulması, zikrin, ibadetlerin âdeta can damarı mevkiinde olduğunu te’yid etmektedir. Öyle ki zikirsiz bir ibadet, Hak katında eksik ve kusurludur.

İbn-i Abbâs -radıyallâhu anhumâ- bu âyet-i kerîmedeki; “…Allâh’ı zikretmek elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür...” beyânını iki şekilde tefsîr etmiştir:

“1) Allah Teâlâ’nın sizi zikretmesi, sizin O’nu zikretmenizden daha büyüktür.

2) Allâh’ı zikir, zikirsiz olan her ibadetten üstündür.” (İhyâ, I, 847)

Velhâsıl ibadetten maksat, Allâh’ı hatırlamak, O’na tâzimde bulunmak ve kulluğumuzu arz etmek sûretiyle O’nu zikretmektir. Fakat bu hakîkati nefsânî ve şeytânî bir te’vil ile ifrata götürüp, ibadetleri hafife almak şeklinde telâkkî etmek de, son derece mahzurludur.

Aşk ve cezbe hâlindeki zikri kendine kâfî zannederek sâir ibadetleri önemsememek; sırât-ı müstakîmden ayrılmaktır, nefsânî bir yola sapmaktır, ibadetlerin özünü anlamamaktır. Zira zikir, tıpkı duâ gibi ibadetin aslî husûsiyetlerinden biri olarak bütün ibadetlerin içinde vardır. Onu ibadetlerden ayrı düşünmek veya ibadetlerin yerine ikāme etmek, söz konusu olamaz.

Öy­le ki, Allâh’ın Habîbi -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz da­hî, kullukta insanlığın zirvesi olmasına rağmen, farz ibadetlere ilâveten ge­ce­le­ri ayak­la­rı şi­şin­ce­ye ka­dar na­maz kılardı. O hâl­de zikir sâyesinde kim han­gi de­re­ce­ye va­rır­sa var­sın, hiç­bir za­man kendisini diğer kul­luk mes’ûli­ye­tlerin­den mu­af göremez. Bilâkis, zikrin feyz ve rûhâniyeti, mü’minin kulluk şuurunu ve gayretini daha da artırır.

Bununla birlikte, namaz, oruç gibi ibadetleri îfâ etmekle zikir vazifesini tam olarak yerine getirmiş olduğu düşüncesine kapılıp bunların dışında hiçbir ezkâr ve evrâda lüzum görmemek de büyük bir câhilliktir. Zira Rabbimiz, bizim çok çok zikretmemizi istemektedir. Bu ise ibadetlerden sonraki hâllerimizin de, hattâ her nefesimizin, zikrin rûhâniyeti içinde olmasının çok açık bir telkînidir. Bu sebepledir ki kâmil mü’minler, bü­tün bir öm­rü­:

“Rab­bi­ni hamd ile zik­ret, sec­de eden­ler­den ol ve ölün­ce­ye ka­dar Rab­bi­ne kul­luk et.” (el-Hicr, 98-99) em­ri­ne itaat hâlinde ya­şa­maya gay­re­t ederler.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 2, Erkam Yayınları