Elbette Zorluğun Yanında Bir Kolaylık Vardır

İbadet Hayatımız

İlâhî rahmete ve ebedî saâdete tâlip olan, bu dünyada birtakım zahmet ve meşakkatlerle karşı karşıya kalabilir. Peki nefse zor gelen ameller ve yaşadığımız zorluklar sonunda vadedilen mükafatlar nelerdir? Sahabe Efendilerimiz neler yaşadığı? İşte örneklerle yaşananlar...

Hüdâyî Hazretleri buyurur:

Sebzeyi yabanda mı buldu sanırsın nevbahar?
Çekti hamsînin içinde nice nice erbaîn!..
Çekmeyince erbaîni rûzgâr,
Ona yüz göstermemiştir nevbahar…

Hüdâyî Hazretleri bu beyitlerinde gönüllere şöyle sesleniyor:

“İlkbahar, o zümrüt yeşili nebâtâtı nereden buldu sanırsın? Bu uğurda hamsîn (yani elli günlük kışın) içinde nice nice erbaîn (yani kırk günlük kara kışın) kahrını çekti.

Dünya, erbaîn[1] çilesini çekmedikçe, ilkbahar yüzünü göstermez!..”

Ramazân-ı Şerîfʼteki bir aylık oruç, nefsi dizginleme, sabır ve riyâzâtın ardından bir bayram ferahlığının lûtfedilmesi gibi, büyük nîmet ve muvaffakıyetler de dâimâ birtakım zahmet ve meşakkatlerin ardından gelir.

Toprak, şiddetli kışın kar, tipi ve ayazına katlanmadan, baharın bereketlerine kavuşamaz. Bir anne, doğum sancısı çekmeden evlât sevinci yaşayamaz. Zahmetsiz rahmet, külfetsiz nîmet olmaz. Sabır acıdır, lâkin meyvesi tatlıdır. Sabrın sonu selâmettir.

Gönüllere sonsuz saâdet iksîri olan âb-ı hayatın, zor zamanlarda ve çile diyarlarında saklı olması gibi, ebedî kurtuluş yolu da nefislere ağır gelen zorluklarla donatılmıştır.

Hadîs-i şerîfte buyrulur:

“Cennet, nefsin sevmediği şeylerle, Cehennem ise nefse hoş gelen ve nefsin arzuladığı şeylerle çevrilmiştir.” (Buhârî, Rikāk, 28)

Sahâbe-i kirâmdan Abdurrahman bin Avf -radıyallâhu anh- diyor ki:

“İslâm, nefse hoş gelmeyen zor emirler getirmişti. Biz hayırların en hayırlısını, nefislerin hoşlanmadığı bu zor emirlerde bulduk. Meselâ Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ile Mekke’den çıkıp hicret etmiştik. Nefsimize ağır gelen bu hicretimizle, bize üstünlük ve zafer bahşolundu. Yine Allah Rasûlü’yle beraber (sanki ölüme gidiyormuşuz gibi) Bedir’e çıkmıştık. Allah Teâlâ burada da bizler için üstünlük ve zafer lûtfetmişti. Velhâsıl biz, en büyük hayırlara, hep böyle nefsimize zor gelen emirler sâyesinde ulaşmıştık.” (Bkz. Heysemî, VII, 26-27)

ELBETTE ZORLUĞUN YANINDA BİR KOLAYLIK VARDIR

Âyet-i kerîmelerde de:

“Elbette zorluğun yanında bir kolaylık vardır. Gerçekten, zorlukla beraber bir kolaylık daha vardır.” (el-İnşirâh, 5-6) buyruluyor.

Bu itibarla, ilâhî rahmete ve ebedî saâdete tâlip olan, bu dünyada birtakım zahmet ve meşakkatlere katlanacak. Bunları, nefsinin tezkiyesine ve mânevî derecesinin terfiine vesîle bilecek. Zira hamlıktan kurtulmak, çile ve ıztıraplara sabretmeye bağlıdır.

Şeyh Sâdî, çilelerde gizli olan rahmet tecellîsini şöyle ifade eder:

“Öd ağacı tek başına güzel kokamaz. Ancak ateşin üzerine konulunca amber gibi kokmaya başlar.”

Nasıl ki bir yemek, ateş üzerinde pişmeden yenilecek lezzeti kazanamazsa; gönül de ancak çilelerin ocağında pişerek kemâle erişir.

Denizle sahilin birleştiği yerlerde bazı taşlar görürüz. Onlar asırlarca dalgalar tarafından dövüle dövüle pürüzlerinden arınmış, granit gibi de sağlam hâle gelmişlerdir. İşte insanın gönül dünyası da bunun gibidir. Zorluk ve sıkıntılara sabretmek; nefsin hamlıklarının törpülenmesine, mânen kuvvet ve metânet kazanmaya vesîledir. Bu sebeple çileler, onları doğru değerlendirebilen ârif kullar nazarında, insanı olgunlaştıran Rabbânî tecellîlerdir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2022 – Mayıs, Sayı: 435