Eğitimdeki Örnek İhtiyacımız

Cemiyet Hayatımız

Her medeniyet kendi insan tipini yetiştirir. Bizim medeniyetimiz de Efendimiz’in (s.a.v.) Kur’ân ve Sünnet temelinde inşâ ettiği, İslâm medeniyetidir.

Zaman zaman eğitim mevzuu açıldığında, ortaya birtakım teklifler sunulur. Falan Avrupa ülkesinin eğitim prensiplerinden, filân filozofun eğitim metotlarından yahut falan batılı mektebin muvaffakiyetlerinden bahsedilir.

Hâlbuki; nasıl her kök, her ağaçtan aşı kabul etmezse, bir medeniyet de rûhen kendisine yabancı olan kültürlerin «katkısından» fayda yerine zarar görür.

Her medeniyet kendi insan tipini yetiştirir.

Bizim medeniyetimiz, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in Kur’ân ve Sünnet temelinde inşâ ettiği, İslâm medeniyetidir. Tahsil edilecek ilk ve en mühim kültür, İslâm kültürüdür, Kur’ân ve Sünnet kültürüdür.

Bizim medeniyetimiz ecdâdımızın bu temeller üzerinde yükselttiği Selçuklu ve Osmanlı medeniyetidir.

Bizim medeniyetimiz mânâ ve ruh medeniyetidir. İlim ve irfan medeniyetidir. Vakıf ve merhamet medeniyetidir. İffet ve hayâ medeniyetidir.

Bizim medeniyetimizin yarınları için de çareleri; şan, şeref ve muvaffakiyetlerle dolu mâzîmizde aramalıyız.

Toplumlar, kütüphânelerin tozlu raflarında kalmış kara kaplı felsefe kitaplarının üzerine abanmış müteverrim / veremli bilgiçlerin rûhuyla selâmete kavuşamaz.

Mâlûm insan, sonsuzluk yolunun yolcusudur. Büyük ruhlar, kendilerini dâimâ ilâhî kamera altında olduklarının idrâki içinde yaşarlar. Yine büyük ruhlar, merhameti ve şefkati, bütün sevdaların üstüne yükseltirler. Çünkü o büyük ruhlar, kendilerini Hakk’a adayan diğergâm ve derviş ruhlardır.

Dolayısıyla insanlığı hakikî saâdet ve selâmete çıkaracak yüksek ruh, Kur’ân ve Sünnet kültürüyle yoğrulup tasavvufî hikmetlerle kemâle ermiş olan dervişlerin rûhudur.

Yûnus Emre Hazretleri rûhânî terennümleri ile, Mevlânâ Hazretleri irfan dolu Mesnevî’si ile, Bahâeddin Nakşibend Hazretleri hikmet derinliği ve kalplere mâneviyat zerk eden irşâdıyla, Aziz Mahmud Hüdâyî Hazretleri de, hiçliğin asâletli bir nümûnesi olmasıyla, halkından sultanına kadar herkesi mâneviyatla yoğuran terbiye üslûbuyla, İslâm ahlâkını yaşayan ve yaşatan Anadolu dervişini yetiştirmişlerdir. Bu bakımdan Anadolu dervişinin fârik vasfı; «arz-ı endam» değil, «arz-ı hâl» olmuştur. Arz-ı hâl, yani gösterişten uzak, makam ve mevki hırsına yenilmeyen, mütevâzı bir hiçlik edebiyle Allâh’ın kullarını Allâh’ın dînine irşâda koşmak...

Tarih boyu cennet vatanımız en buhranlı günlerden işte böyle güzîde insanlar sayesinde çıkabilmiştir. Bu itibarla günümüz sıkıntı ve buhranlarını aşabilmek için öyle güzide ve âbide insanlara, yani İslâm’ın gönül coğrafyasında kaplerini dergâh hâline getirebilenlere ve bütün mahlûkāta Hâlık’ın nazarıyla bakabilen yüksek ruhlara ve keyfiyetli nesillere ihtiyaç vardır. Bilhassa ağır zulümlerle mâtem ülkeleri hâline dönüştürülen İslâm âlemi, yine o Anadolu dervişine muhtaçtır. Yine tarihler ve devran; maddî ve mânevî olarak, hâliyle ve kāliyle irşâd eden, mütevâzı, merhametli, fedâkâr, şahsiyetli ve güzel ahlâklı Anadolu dervişine muhtaçtır.

Derviş padişah Sultan Selim, büyük fütuhâtının akabinde bu derviş rûhunu ne güzel ifade eder:

Pâdişâh-ı âlem olmak bir kuru kavgā imiş,

Bir velîye bende olmak, cümleden âlâ imiş!..

Tanzîmat’tan bu yana; batılılaşmacı eğitim hamleleri, arzu edilen neticeyi vermemiştir. Başlangıçta gaye, batıya terakkîde yetişmek idi. Bu hâsıl olmamıştır. Fakat, batıya fâik ve üstün olan nice güzel hasletlerimiz bu tahribatlar esnasında kaybedilmiştir. Batılılaşma neticesinde, gayr-i müslimlere benzeme belâsına dûçâr olunmuştur.

Hâlbuki bir mütefekkirin dediği gibi;

“Düşmana asıl mağlûbiyet, ona benzemektir.” Rabbimiz, bizlere her Fâtiha’da;

(Yâ Rabbî, bizleri) gazaba uğramış ve sapmışların yoluna sevk etme!” (el-Fâtiha, 7) diyerek duâ etmemizi ve müteyakkız olmamızı tâlim buyurmaktadır.

Batılılaşmanın bir fecaat olduğunu en azından bazı idarecilerin idrâk etmesi neticesinde, yavaş yavaş öze dönüş hamleleri başlamıştır. Fakat alınacak mesafe çoktur.

Zamanımızda, elhamdülillâh, dînî eğitim için imkânlar geçmişe göre genişlemiştir. Çok sayıda imam hatip ortaokul ve lisesi, yine çok sayıda ilâhiyat ve İslâmî ilimler fakültesi kurulmuştur.

Eğer bu mekteplerde sadece zâhirî bilgi nakli verilmeye çalışılırsa; şahsiyet, âdap, duruş ve ahlâk noktaları, yine sokakların, televizyon, internet, moda ve reklâmların eline bırakılırsa, maalesef, bu mekteplerden arzu edilen hiçbir netice hâsıl olmaz.

Lâkin Anadolu dervişinin rûhu, mâneviyâtı, tevâzuu, şahsiyeti, edebi, güzel ahlâkı, cömertliği ve mertliği yeni nesillerimize aktarılabilirse, Anadolu; yine Yûnus Emreler, Aziz Mahmud Hüdâyîler ile inkişâf eder. Yine iç ve dış âlemlerde nice zaferler nasîb olur.

Bunun için, başta muallimlerimizin, idarecilerimizin Anadolu dervişinin ruh dünyasına girmesi îcâb eder. Yani muallimlerimiz; Tapduk Emre, Üftâde ve Akşemseddin gibi mâneviyat rehberlerinden usûl öğrenmelidir. Sevilen bir eğitimci olup, sevmeli ve sevdirmelidir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Anadolu Dervişinin Gönül Dünyası, Yüzakı Yayıncılık