Ebubekir Şibli (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Ebubekir Şibli (k.s.) kimdir? Ebubekir Şibli (k.s.) hayatı, ilmi yönü, görüşleri ve hakkında kısaca bilinmesi gerekenler...

Adı Dülef, babasının adı Cafer veya Cahdar. Horasan diyarının Serûse kasabasının Şibliye köyünden olduğu için “Şibli” nisbesiyle ünlü. Rey şehrinin Sürr nâhiyesinde doğdu. Halife Muvaffakın mabeyinciliğini yapardı. Tasavvuf yoluna adım atar atmaz babasından kalan 60,000 dinarı fakirlere dağıttı. Cüneyd’in talebesi Hayr Nessâc’ın evinde tevbe edip dervişlik yolunu tuttu. Mâliki mezhebindendi. İmam Malik’in el-Muvatta’ adlı hadis kitabını ezbere bildiği rivayet edilir. Bazı kaynaklar onun Mısır’da doğup Bağdad’da yetiştiğini nakletseler de tavrından ve uslûbundan Horasan diyarından olduğu anlaşılmaktadır. 334/945 yılında 87 yaşında vefat ettiğine bakılırsa 247/861 yılında doğmuş olmalıdır. Hallaç ile yakınlığı olan; cezbesi, temkinine gâlib coşkulu bir sûfi idi.

ŞİBLÎ AHRÂRDANDI

Şiblî, ahrârdandı. Hürriyeti nefs esaretinden kurtuluşunda görür, “gerçek hürriyet gönül hürriyetidir, başkası değil” derdi. Sahip olunan vakit sermayesinin kıymetini bilmeyi öğütler, ebede açılan yola ancak bu sermayenin sağladığı imkanları iyi kullanmakla kanat açılabilirdi.

Bir gün kendisine “hem aşık olduğunu söylüyorsun, hem de mülahham bedenle dolaşıyorsun?” diye takılan bir dostuna şu şiirle karşılık verdi:

Kalbim sevdi ama bedenimin haberi olmadı.

Haberi olsa hiç böyle şişman kalabilir miydi?

AYET YORUMLARI

Âyetleri kafa ve kalp gözü ile okuyup anlamlandırmaktan hoşlanırdı. Nitekim: “Mü’minlere gözlerini sakınmalarım söyle!” (en-Nur, 24/30) âyetini okuduğunda: “Kafa gözünü nâ-mahreme bakmaktan, kalb gözünü ise mâsivâya bakmaktan korumak lazım.” diye eklerdi.

“O gün mal ve evlat fayda vermez, fayda verecek tek şey kalbi selimdir.” (eş-Şuarâ, 26/88-89) âyetini şöyle yorumladı: Bu kalb İbrahim peygamberin kalbidir. O, Allah’a verdiği söze ihânet etmeyen bir kalbdi, cefakârdı. Onun kalbi ahde riâyetsizlik ve takdîre karşı gelmek gibi hastalıklardan sâlimdi.

SÜNNET TİTİZLİĞİ

Ebu’t-Tayyib Akkî anlatıyor: “Şiblî’nin öldüğü gün Câ­fer Huldî’nin yanında bulunuyordum. Bu arada yanımıza Şib­lî’nin hizmetine bakan Bundar Dîneverî geldi ve Şiblî’nin ölümünü haber verdi. Câfer sordu: “Ölüm ânında onda ne gibi hâller gördün?” Bundar dedi ki: “Dili tutuldu, alnı terledi ve: “Bana abdest aldır!” diye emretti. Ben de ona abdest aldırdım. Abdest sırasında sakalını hilâllemeyi unutmuşum. Elimi tuttu ve parmaklarımı sakalına götürerek hilâllettirdi.” Câfer, bunları duyunca ağladı ve şöyle konuştu: “Dili tutulmuş, alnı terlemiş ve rûhunu teslim etmek üzre bulunan bir adamın abdest sırasında sakalını hilâllemeyi bile unutmaması hakkında ne söylenebilir?”

MÜRİD, KEREM VE KERÂMET

Sordular:

– Kişi ne zaman gerçek mürid olabilir? Şu karşılığı verdi:

– Seferde ve hazarda, gizlide ve âşikarda hâlin hep aynı olduğu zaman.

Kerem, keramet, sıdk ve sadâkat arasında bir ilgi görür ve derdi ki: Kerâmeti olmayan sıddîk değil, ancak yalancı olabilir. Bu söz onun başına belâ oldu. “Delidir” diye tımarhâneye attılar. Devrin veziri durumunu görmek için yanına geldi. Sataşmadan edemedi ve dedi ki:

– Kerâmeti olmayanın sıddîk değil, olsa olsa yalancı olacağını söylüyor muşsun. Hani senin kerâmetin yok mu, yoksa sen de yalancı mısın? Göster kerâmetini kurtul bakalım.

Şiblî bu sözleri sükûnetle dinledikten sonra şu karşılığı verdi:

– Evet benim de kerametim var. Çok şükür onun emrini yapmaya; nehyinden kaçmaya muvaffak olmuşum. Bundan daha büyük keramet mi olur?

Şiblî bu sözleriyle kerameti sadece uçmak, kaçmak nev’inde kevnî şeyler olarak görenlere bu işin manevî boyutunu öğretmek istemişti.

Hak yolundaki irfan ehlinin hâllerini şöyle anlatırdı: Hak yolcusunda fetret olmaz. İrfan ehlinde Hakk’ın dışında bir bağ bulunmaz. Muhabbet ehli şikâyet etmez ve sızlanmaz. Sâdık kişi iddia sâhibi olmaz. Takva sâhibinin de bir kararı olmaz. Onlar ancak Allah’a koşarak ve O’na sığınarak huzûra ererler.

Şöyle bir hikâyesi vardır. Bir gün pazardan geçerken salatalık satan bir adamın: “Hıyarın on tanesi bir akçeye!” diye bağırdığını duydu. Kendi kendine: “Hıyarın onu bir akçe ise şirârın vay haline!...” diyordu. Hıyar, aynı zamanda hayırlılar, iyiler demekti. Şirar da şerliler, kötüler.

ŞAŞILACAK ŞEY

Sordular:

– Size göre en şaşılacak şey nedir? Dedi ki:

– Allah’ı tanıdıktan sonra âsi olmak.

Otuz yıl kadar hadis ve fıkıh tahsiliyle meşgul oldu. Nihâyet aradığı güneşin sadrında doğduğunu fark etti. Söyledikleri sebebiyle çağının câhillerinden çok zahmet çekti. Hallâc-ı Mansur’a yakınlığı ve sözlerinin onun sözlerine benzemesi sebebiyle büyük mücâdele ve sıkıntılar yaşadı. Hapse düştü, zincire vuruldu. Zincire vurulu olduğu sırada kendisini ziyârete gelen dostlarına :

– “Siz kimsiniz?” diye sordu. Onlar da:

– “Biz senin dostlarınız.” deyince yerden aldığı taşları bunlara fırlatmaya başladı. Gelen ziyaretçiler kaçışmaya başlayınca:

– “Siz dost değil, ancak sahtekâr olabilirsiniz. Çünkü dost, dostunun ezâ ve cefâsından kaçmaz. Ona severek katlanır.” dedi.

Bir elinde iki ucunda ateş bulunan bir değnek gördüler ve sordular:

– Bununla ne yapacaksın? Şöyle cevap verdi.

– Bir ucundaki ateşle cehennemi, bir ucundaki ateşle cenneti yakacağım ki, insanlar cennet ümidi, ya da cehennem korkusuyla kulluktan kurtulup gerçekten Allah’a kul olsunlar.

İnsanı, sürekli ayağını kaydırarak yoldan çıkartmak isteyen dört şeye dikkat çeker ve derdi ki: “Ben dört belâya mübtelâ olmuşum ve bunlar şu dört düşmandır: Nefs, dünya, şeytan ve heva.”

Derdi ki:

– “Her biri diğerinden amansız üç musîbete dûçâr oldum.

– “Nedir onlar?” diye soranlara:

– Birincisi Hakk gönlümden gitti. Bundan daha beteri bu iki derdin ağırlığını duymadığım gibi ilaç ve tedavisine de başvurmuş değilim.

CENNETLİK VE CEHENNEMLİK ALÂMETİ

Sordular:

– Cennetlik ve cehennemlik olmanın alâmeti nedir? Şu karşılığı verdi:

– Cehennemlik olmanın alâmeti Hakk Teâlâ için bir fakîre bir somun bile verememek. Ama nefs için düzenlenen bir ziyâfete yüz altın harcayabilmektir.

Bir gün ağlayan birine rastladı ve sordu:

– Niçin ağlıyorsun? Adam cevap verdi:

– Bir dostum vardı, öldü. Şiblî dedi ki:

– Bre câhil adam, niçin “Ölmez” varken ölecek olanı dost ediniyorsun?

ALEMİ AİLE GÖRMEK

Sûfîliği ve dervişliği bütün âlemi kuşatan bir sevgi halkası olarak görür ve derdi ki: “Cümle halkı kendi ailesi görmedikçe kişi gerçek sûfi olamaz”. Sûfi halktan kesilip Hakk’a ulaşan kimsedir. Nitekim Allah Teâla Hz. Mûsâ’yı halk-ı âlemden ayırınca ona: “Ben seni kendim için dost seçtim (Tâhâ, 20/41) buyurmuş, kendisine yaklaştırınca ise “Benî göremezsin” (el-A’raf, 7/143) buyurmuştu.

ZEKÂTIN ÖLÇÜSÜ

Coşkulu ve cezbeli hâlleri ile farklı sözleri sebebiyle kıskananları ve kendisiyle uğraşanları da çoktu. İbn Beşşâr da Şiblî’den hazzetmeyenlerdendi. Bir gün Şiblî’nin huzuruna onu sınamak için geldi. Ona bir takım sorular soracak ve onu açık düşürecekti.

Dedi ki:

– Beş devenin zekâtı nedir? Şiblî önce cevap vermek istemedi. Geçiştirmeye çabaladı. Ama İbn Beşşar üsteleyince şu karşılığı verdi:

– Fıkhî ölçülere göre soruyorsan bir koyun. Ama bizim yolumuza göre soruyorsan hepsi.

İbn Beşşâr tekrar sordu:

– Bu verdiğin cevapta imamın kim? Şiblî:

– Hz. Ebû Bekir, dedi. Nitekim o Allah Rasûlü’nün tâlimatı üzere orduya malının tamamını vermiş ve Allah Rasûlü’nün: “Çoluk çocuğuna ne bıraktın?” sorusuna ise: “Allah’ı ve Rasûlü’nü” cevabını vermişti. İbn Beşşar bu cevap karşısında şaşırdı ve bir daha Şiblî’nin sohbetine katılmak isteyenlerin önünü kesmedi.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar:

Sülemî, s. 337-348; Ebû Nuaym, X, 366-375; Kuşeyrî, I, 159-160; Hücvîrî, s. 195-197; İbnul-Cevzî, II, 456-461; Attâr, s. 614-638; İbnul-Mulakkın, s. 202-217; Câmî, s.180-184; Şârânî, 1,89; Münâvî, I, 553-560; Nebhânî, I, 443-444, I, 67-69.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları