Ebû Hamza Horasânî (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Ebû Hamza, Nişabur’un Mülkâbâd mahallesinderıdir. Cüneyd Bağdâdî, Ebû Said Harrâz ve Ebû Türâb Nahşebî ile çağdaş ve arkadaş. Diğer Horasan meşâyıhı gibi “tevekkül” ehlindendi. Vefatı 290/902’dir.

Onun tevekkül anlayışına uygun şöyle bir hikâye nakledilir: Bir gün yolda giderken her nasılsa kuyuya düştü. Üç gün üç gece o kuyuda kaldı. Ayak seslerinden yoldan bir yolcu grubunun geçmekte olduğunu anladı. Onlara seslenip kendisini kurtarmalarını istemeyi gönlünden geçirdi. Sonra bu düşüncesinden vazgeçti. Düşündü ki; eğer onlara seslenirse şikâyetini onlara arzetmiş olacak, hem de Allah’ı âdetâ insanlara şikâyet etmiş gibi olacak. O böyle düşünedursun, yolcular kuyuyu fark ederek aralarında şöyle konuşuyorlardı: Burada bir kuyu var, biz bunun üstünü kapatalım da içine insan veya hayvan düşmesin.

İçini bir ıstırap kaplamıştı. Ancak yapılacak bir şey yoktu. Yolcular kuyunun ağzını kapattılar ve gittiler. Hayatından iyice ümit kestiği bir sırada Hakk Teâlâ’ya ilticâ etti. Ölümle burun buruna olduğunu hissettiği bir sırada kuyu üstünde bir ses duydu. Birinin kuyunun kapağını açtığını sandı. Kapak aralanınca bir de ne görsün kocaman bir hayvan kuyruğunu aşağıya doğru sarkıtmaktaydı. Bunun bir Hakk ikramı olduğunu anladı. Hemen kuyruğuna yapıştı ve hayvanın kuyruğuna tutunarak dışarı çıktı ve bu sırada hafiften bir ses duydu: “Ey Ebû Hamza kurtuluşun ne güzel bir kurtuluştur ki, telef edici bir hayvan seni telef olmaktan kurtarmıştır.

– “Ülfet nedir?” diye sordular. Dedi ki :

– İnsanlarla bir arada bulunmaktan sadrın daralmasıdır.

ÜLFET NEDİR? GARİP KİMDİR?

Sordular:

– Garip kimdir? Şu cevabı verdi:

– Ülfetten sıkılan. Bir kimse her türlü ülfetten sıkılırsa garib olur.

Dervişin dünya ve âhirette vatanı yoktur. Vatan olmayan yerde ülfet sıkıntıdır. Dervişin dünya ile ülfeti kesilince o her şeyden sıkılır. Kişi işte o zaman garib olur.

Ebû Hamza’ya göre ölümü şiar edinen kimseye bakî olan herşey sevdirilir, fânî her şeyden soğutulur. Ona göre Allah hakkında marifet sahibi olan maişetini günlük olarak temin eder; yâni dünyevî mâişet derdiyle ve istikbâl endişesiyle telâş etmez. Nitekim kendisinden nasihat isteyen birine de: “Önündeki sefer için azık hazırla! Ehl-i seferin kendi menzillerine ineceği gün hasret çekmemen için kendine bir manevi menzil hazırla!”

Ebû Hamza, hacca giden hacıların hac mevsiminde ihram sebebiyle kendilerine bazı helâl şeyleri haram kılması gibi, hayatın büyük bir kısmını ihrâmlı gibi geçirmeye özen gösterirdi. Diline ve eline dikkat ile imsâk eder, insanlardan tecerrüd ederdi.

Rivâyete göre mescidde ağrıyan ayağına dolamak için bir dolak istedi. Birisi kendisine yumuşak Mısır ipeği hediye etti. Ebû Hamza o ipeği aldı yırtıp ayağına doladı. Birisi dedi ki:

– Onu satarak pek çok sargı alabilirdin. Niye böyle parçaladın? Şu karşılığı verdi:

– Ben bu yolun gereklerine hıyânetle dünyalık derdine düşemem.

Derdi ki: “ Nefsine nush ile yaklaşana nefsi kerem ile icâbet eder. Nefsine nasîhat ile davranmayana nefsi kötülük eder.”

SÛFÎ KİME DERLER?

“Sûfi Kime derler?” diye soruldu. Dedi ki: Sûfi, her türlü kirden temizlenen ve kendisinde ilâhî emirlere muhâlefet tortusu bir hâl kalmayan kimsedir.”

O’na göre ârif, kendine verilecek olanların zâil olmasından korkar, korkak ise vaad olunan tehdîdin gelmesinden korkar.

Ebû Hamza der ki :

“Nefsinden korkan kimsenin kalbi, Mevlâsına muvâfakata ünsiyet eder.”

Şöyle nasihat ederdi: İlâhî adâletin satvetinden kork, fazl-ı ilâhî ve rahmetten ümidvâr ol! Seni cennete bile koysa Hakk’ın mekrinden emin olma. Cennette Âdem Baba’nın başına gelenleri bilmez misin? Bazıları, orada bile bir mekr-i ilâhîye uğrayabilir. Nitekim Kur’an’da buyurulmuştur: “Geçmiş günlerde geçirdiklerimize karşılık orada âfiyetle yiyin, için” denilir. İnsanların cennette yemekle meşgul olması ne kötü bir mekrdir. Bundan daha büyük bir tahassür olamaz.

Allah’ın şefkat nazarıyla bakma özelliği verdiği kullarının bu şefkat sayesinde ehl-i saâdetten olacaklarını ve onların zâhir ve bâtınının sıdk ile süsleneceğini söylerdi.

AŞIKIN SIFATI

Ebû Hamza’ya sordular:

– Hiç âşık, sevgilisinden başkasına yönelir mi ?

Şu cevabı verdi:

– Hayır âşıktan böyle bir şey beklenmez. Çünkü aşk öyle bir dâimî belâ, sona ermiş bir sevinç, sürekli bir sızıdır ki tatmayan onu bilemez. Ardından şu şiiri okudu.

Istıraplının acısını ıstırablı duyar, başkası değil.

Çünkü her belâ sâdece mübtelâsınm cânını yakar.

İhvanından birini cezbesini gizlemediği; tasavvuf karşıtlarının bulunduğu mecliste sırrı ifşa edip hâlini izhâr ettiği için bir arkadaşına kızarken duydu. Dedi ki :

– Kardeş, sözü uzatma. Baskın bir vecd, insandaki temyiz özelliğini alır götürür, kişinin gözünde her yer bir, bütün gözler aynı olur. Böyle vecdine mağlup olanlar kınanmaz. Çünkü böyleleri ellerinde olmadan içlerindekini açığa vuruverirler.

İbnur-Rûmî’nin bu konuda şöyle güzel bir şiiri vardır:

Âşıkı kınama! Çünkü kınamak,

Acı çekene verilen ne kötü bir devadır,

Kınayarak aşkı söndürmeye kalkma,

Zira âteşi üfleyen yel gibi olursun.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar: Sülemî, s. 326-328; Kuşeyrî, I, 158; Hücvîrî, s. 183-185; Attâr, s. 551-553; İbnul-Mulakkın, s. 155-156; Câmî, s. 70-71; Şârânî, I, 88; Münâvî, s. 363-364; Nebhânî, I, 449-450.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları