Ebu Ali Cüzcani (k.s.) Kimdir?

KİM KİMDİR?

Ebu Ali Cüzcani (k.s.) kimdir? Ebu Ali Cüzcani (k.s.) hayatı, ilmi yönü, görüşleri ve hakkında kısaca bilinmesi gerekenler...

Adı Hasan bin Ali, künyesi Ebû Ali, nis­besi Cüzcânî. Horasan diyarından yetişen sûfîlerin büyüklerinden. Hakim Tirmizînin müridi. Muhammed bin Fazl Belki’nin sohbetlerinde bulundu. Ebû Bekir Varrâk’ın akranı, İbrahim Semerkandî’nin şeyhi. Riyazat, mücâhede konularında söz söyleyen, ma’rifet ve hikmet mevzûunda eserleri bulunan bir müelliftir. Rabbanî bir âlim ve sûfî idi. Vefat tarihi kesin olarak bilinmiyor.

SAÂDET VE ŞAKAVET

Amellerin âfet ve faziletlerinden bahsederdi. Saâdet ve şakâveti anlatırdı. Derdi ki: Bir kişinin erebileceği en büyük saadet, ibadet ve tâatlarını kolayca yapabilmesi, bütün işlerinde sünnet üzere yürüyebilmesidir. Salih kimselere içten sevgi besleyebilmesidir. Her durumda ahlâkını koruyabilmesidir. Halka dâima iyilikle muâmele edebilmesidir. Müslümanların işine önem vermesi, vaktini boşa geçirmemesidir.

Ona göre, Hakk Teâlâ’nın gizlediği günahı açığa vurmak, kötülük ve kabahati alenen işlemek ve bunu övünür gibi anlatmak bedbahtlığın ta kendisiydi.

Halkın halini şöyle anlatırdı: Halk, gaflet meydanında koşuşup duruyor, kendi zan ve kanâatlarına güveniyor. Kendileri gerçekten makbûl ve mükâşefe ehli olmadıkları halde uluorta söz söyleyenler var. İnsanın tabiatı vehme düşkün, nefsi benliğe yatkındır. İnsanoğlu câhil de olsa kendini kâmil sanır. Bu yüzden sûfîlerin âlim ve ârif olanları ne kadar makbûlse, câhil ve ham olanları o kadar merdûddur.

RIZÂ VE UBÛDİYET

Rızâ ubûdiyyet; yani gerçek kulluk yurdudur. Sabır onun kapısı, işi Allah’a bırakmak ve O’na güvenmek onun odasıdır. Bir evin içine girmek isteyen kimse, nasıl önce kapıda seslenir, sonra kapıyı açar ve içeri girerse, rızâ yurduna girmek isteyen kimse de amel ve ibadetle bu kapıya gelip seslenecek ve yalvaracak, sabır kapısı açıldıktan sonra rızâ yurduna, oradan da Allah’a güven odasına girecek ve huzurla yaşayacak.

Sordular:

Allah’a giden en sağlam yol hangisidir? Şöyle cevap verdi:

Her türlü şüpheden uzak, ve her türlü sapıklıktan ırak en sağlam yol, söz, fiil, azim, sağlam bir niyyet ve iyi bir itikadla sünnete sarılmaktır. Çünkü Allah Teala: “O’na itaat ederseniz hidayete erersiniz.” (en-Nûr, 24/54) buyurmaktır.

– “Sünnete tabi olmanın yolu nedir?” diye soranlara şu tavsiyede bulundu:

– Bid’atlerden kaçının, ilk asır İslam âlimlerinin yolunu izleyin. İlm-i kelâm âlimlerinin lüzûmsuz münakaşalarından uzak durun. Sünnet ulemâsının yoluna sıkı sıkıya sarılın. اünkü Allah Teala, Rasûlüne bile: “İbrahim’in dinine ve yoluna bağlanmayı emrediyor (en-Nahl, 16/123).

KERAMET EHLİ, İSTİKAMET EHLİ

Cüzcânî, keramet ehlinden değil, istikamet ehlinden olmayı öğütleyenlerdendi. “İstikamet ehli ol, keramet ehlinden olma! Çünkü nefsin seni kerâmete talip olmaya teşvik eder. Allah Teala ise senden istikamet ister.” derdi.

Velâyet ve fenâ hâli arasında bir ilgi görür, fenâyı velâyetin şartı sayarak şöyle konuşurdu:

“Velî kendi halinden fanî olan, Hakk’ın müşahedesinde bâkî kalan, işleri Allah Teâlâ tarafından görüldüğü için .velâyet nurları dâimâ üzerine gelen; kendi hâlinden bahsetmeyen kimsedir. O, Allah’tan başkasıyla beraber olmaya dayanamaz. Onu tesellî eden huzur-ı ilahîde bulunma duygusudur.”

Üç şeyi tevhidin esası sayardı: Korku, ümid ve sevgi. Korkunun çokluğu, günahkârlar için ilahî tehdîdin çokluğunu görmekten; ümidin çokluğu hayır işleyenlere vaad-i ilahînin sonsuzluğunu bilmekten; sevginin çokluğu da Hakk’ın nimetlerini görerek zikr-i ilahîyi artırmaktan kaynaklanırdı. Korkan kaçmaktan, uman istemekten, seven sevgilisini anmaktan usanmazdı. Korku yakan bir ateş, ümid aydınlatan bir nûr, sevgi ise nurlar nûrudur.

Ârifi, gönlünü Mevlâsı’na, bedenini halkın hizmetine veren kişi olarak tanımlar, Hakk’a hüsn-i zanda, nefse sû-i zanda bulunmayı marifetin esası sayardı.

Cimrilik anlamına gelen “buhl” kelimesinin harflerini ayrı ayrı tahlil ederek şöyle yorumlardı: Buhl’un be’si belâya, ha’sı hüsrana, lâm’ı da levm ve kötülüğe delâlet eder. Nitekim cimri insan, nefsiyle belâda; çalışma ve gayreti itibarıyla hüsranda; cimriliği kimseye faydasızlığı itibarıyla kötülenme ve levmdeydi.

SÂBİKÛN KİMLERDİR?

Kur’an’da geçen “es-sâbikûn” (önde gelenler) kelimesini “gerçek anlamda bir ma’rifet ile Hakk’ı tanıyan, O’na ihlasla amel eden, şevk ve sevgi ile koşan, manevî makamları ve ilmî dereceleri yüksek, Allah’a yaklaştırılmış kimseler (mukarrabün) olarak tavsif eder ve “Onlar bizim katımızda seçilmiş ve hayırlı kişilerdir.” (Sad, 38/47) ayetine ma-sadak olan kimselerdir, diye anlatırdı.

Bayezid Bistamî’nin bazı sözlerini dillerine dolayıp eleştirmeye kalkanlara: “Allah bilir ama, Bayezid bu sözleri, kendisine etki eden bir hal galebesiyle söylemiştir. Bu sözler, manevî bir sekrin eseridir. Siz onun bu sözleri ile uğraşıp duracağınıza, önce onun nefsiyle mücâdelede uyguladığı yolu izlesenize... Onun mücâdelesini çekmeden, onun gördüğü zorluk ve manevî sekr ile karşılaşmadan bu lâflarla uğraşmak boşuna zaman harcamaktan başka birşey değildir.” derdi.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar:

Sülemî, s. 246-248; Ebû Nuaym, X, 35, Hücvîrî, s. 186-187; Attâr, s. 562-563; İbnü’l-Mulakkın, s. 333; Câmî, s. 128; Şârânî, I, 77; Münâvî, I, 552-553; A’lâmun-nübelâ, XIV, 287.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları