Dikkat Tuzağa Düşmeyin!
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz bizleri hangi hususta uyarıyor? Hangi tuzağı öncesinden bize haber veriyor? Nefsin tuzak ve aldatmacasın karşın bizler neler yapmalı, neler dikkat etmeliyiz?
Şeyh Sâdî Hazretleri buyurur:
“Bilmiş ol ki nerede gül varsa orada diken de vardır…
Define bulunan mahalde yılan, inci bulunan yerde de timsah bulunur.
Dünya hayatının lezzetinin arkasında ecel lokması vardır.
Cennet nîmetlerinin önünde, hîlekâr şeytan bir duvar gibi dikilmiştir.”
DİKKAT!
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“Cennet, nefsin sevmediği şeylerle (yani amel-i sâlihlerle); Cehennem ise, nefse hoş gelen ve nefsin arzuladığı şeylerle (yani nefsâniyeti tahrik eden günahlarla) çevrilmiştir.” buyurmuşlardır. (Buhârî, Rikāk, 28; Müslim, Cennet, 1)
Dolayısıyla müʼmin, nefsânî arzulara, yani dışı parlak, içi çürük meyvelere tâlip olmaktan sakınmalı; dâimâ zahmetler içindeki rahmeti görebilecek firâset ve basîrete sahip olmalıdır.
İnsan, çilelere sabredip tahammül göstererek tezkiye olur, mânen seviye kazanır. Bu yüzden Cenâb-ı Hakk’ın en çok sevdiği kullar, hayatta en ağır çilelerle yoğrularak olgunlaşmış kimselerdir. Bunun içindir ki Es’ad Erbilî Hazretleri şöyle buyurur:
“Aşk gülistânının yolunda dikenden korkulmaz! Ben her dikenin üstünden yüzlerce gonca toplarım!”
“Dervişlik bostanında ıztıraptan zevk alırım. Yastığımı dikenden yaparsam, rüyamda Gül’ü görürüm!”
Büyük Zaferler ve Muvaffakıyetler, Hep Büyük Çilelerin ve Fedakârlıkların Ardından Gelir
Büyük zaferler ve muvaffakıyetler, hep büyük çilelerin ve fedakârlıkların ardından gelir.
İbrahim -aleyhisselâm- Allah için ateşe atılmaya râzı oldu; zâlim Nemrud’un dağ gibi ateşi onun için serin ve selâmet bir gülistana dönüştü. Oğlu İsmail’i Allah için kurban etmeyi göze aldı; Cenâb-ı Hak ona hem oğlunu bağışladı, hem de onu “Ebûʼl-Enbiyâ / Peygamberler babası” eyledi. Oğlu İsmail ile Kâbeʼyi yeniden inşâ etme şerefine erdirdi.
İsmail -aleyhisselâm- da Cenâb-ı Hakk’ın emrine candan teslîmiyet göstererek bıçağın önüne boynunu uzattı, yani kurban olmayı göze aldı; ona da Cennetʼten bir kurbanlık indirildi. Allâhʼın Habîbi Muhammed Mustafa -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin mübârek ceddi olmakla şereflendi.
Onların fedakârlık hâtıraları, kıyamete kadar gelecek müʼminlere “Kurban Bayramı” olarak ihsân edildi.
Ecdâdımız da 400 çadırlık bir aşiret iken, aynı sırra riâyet ederek, yani Allah yolundaki külfetleri nîmet, cefâyı safâ, zahmetleri rahmet bilerek, kısa sürede 24 milyon kilometrekarelik, ihtişamlı bir cihan devleti inşâ etti. Şanlı zaferlere hep Allah yolunda candan ve maldan fedakârlıkla, ten rahatından ferâgat ile, çileye tâlip olmakla erişildi.
I. Murad Han, Cennet gibi Bursaʼnın rahatını bırakıp îlâ-yı kelimetullah / Allâhʼın dînini yüceltme dâvâsı uğruna Kosovaʼya gitti. Düşmanla cenge girmeden evvel, samimî gözyaşları içinde Cenâb-ı Hakkʼa yalvardı:
“Yâ İlâhî! Bu mü’min askerleri küffâr elinde mağlûb edip helâk eyleme!.. Onlara öyle bir zafer lûtfet ki bütün müslümanlar bayram etsin! Dilersen o bayram gününde şu Murad kulun yolunda kurban olsun!..”
Murad Hânʼın bu içli duâsı müstecâb oldu. Cenâb-ı Hak hem müʼminlere bayram olan bir zafer nasîb etti, hem de canını her dâim Allah yolunda kurban bilen Murad kulunu, şehâdet mertebesine erdirdi.
Fâtihʼin askerleri, Bizansʼın ok yağmurları ve kızgın yağları altında surlara tırmanırlarken, Peygamber Efendimizʼin müjdesine nâil olabilmenin şevk ve heyecanı içinde;
“‒Bugün şehid olma sırası bize geldi.” diyor, îman vecdiyle canlarından geçerek şehâdete koşuyorlardı.
Mehmed Âkif’in mısrâlarında dile getirdiği gibi:
Zannetme ki ecdâdın asırlarca uyurdu,
Nerden bulacaktın o zaman eldeki yurdu?!
Üç kıt’ada yer yer kanayan izleri şâhid,
Dinlenmedi bir gün o büyük şanlı mücâhid!..
Velhâsıl Allah yolunda fedakârca gayret etmek, îmânın en büyük alâmetidir. Gerçek zaferler ve bayramlar da, bu nevî gayretlerin daha bu dünyadaki mükâfâtıdır. Nasıl ki Ramazan Bayramı, takvâ üzere ihyâ edilen bir ayın ardından verilen mânevî bir şehâdetnâme ise, Kurban Bayramı da Allah için yapılan fedakârlıkların bir şehâdetnâmesidir.
İslâm âlemi olarak, bilhassa son yıllarda, hüzün ve sevincin birbirine karıştığı, buruk ve mahzun bayramlar yaşıyoruz. Unutmayalım ki hakikî bayramların yolu, candan ve maldan fedakârlık imtihanlarını kazanmaktan geçiyor. Zira Cenâb-ı Hak, maddî-mânevî büyük fütûhat ve zaferleri ancak;
‒Zihnen, bedenen ve kalben yorulmayı göze alabilen,
‒Rahat ve konforunu terk edebilen,
‒Derde, tasaya, çileye, yaraya sabırla tahammül edebilen,
‒Yeri geldiğinde dünyevî menfaatinden ferâgat edebilen,
‒Hattâ gerektiğinde canını seve seve kurban edebilen fedakâr müʼminlere nasîb ediyor.
Cenâb-ı Hak, bugün başta Filistin olmak üzere, bütün mazlum coğrafyalarda canlarını fedâ eden şühedâ hakkı için, ümmet-i Muhammedʼe uyanış, diriliş, birlik, beraberlik, kuvvet, kudret ve zafer ihsân eylesin.
İslâm âlemindeki mazlum ve muzdarip din kardeşlerimizi, yüreğimizin bir yanının buruk olmayacağı hakikî bayramlara eriştirsin.
Biz âcizleri de sevip râzı olduğu, gayret-i dîniyye sahibi sâlih kullarının arasına lûtf u keremiyle ilhâk eylesin. Âmîn!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2025 – Haziran, Sayı: 472