Denize İmansız Giren, Karaya Hidayetle Çıkan Adam

HİDAYET ÖYKÜLERİ

Denize imansız giren, hidayet nuruyla kıyıya çıkan adamın hikayesi...

Çevrenin, okuduğumuz batıl kitapların, olumsuz etkisiyle imanım zayıftı. Allah o günleri bir daha yaşatmasın. Amin!

Yedi, sekiz arkadaş, ağustosun kavurucu sıcağında, denizin serin sularına kendimizi bırakacaktık. Yorucu bir yolculuktan sonra, Bolu’nun Akçakoca kazasına gece vardık. Deliksiz bir uykuyla sabahı kucakladık. Sabah kahvaltısını acele yaptık. Deniz kollarını açmış bizleri çağırıyordu. Sabahın hafif serinliğinde, denizde kimse yoktu.

İKİ SEVDALI

Arkadaşımdan, ayaklarımı sıkarcasına dar paletleri alarak, denizin koynuna kendimi bıraktım. İki sevdalı kavuşmuşçasına sevinmiştim. Denizle çocuklar gibi oynarken, dar palet ayağımı terketti. Emanet paletin arkasından kulaç attım. Diğer palette vefasızlık edip, ayağımdan kaçtı. Onun için de zoraki birkaç kulaç vurdum. Yorulmuştum. Biraz da açılmıştım. Paletlerden ümidimi kestim. Kıyıya dönüş çabam başlamıştı. Dalgalar kıyıya gitmemi istemez gibiydi. Hayret! Kulaçlar beni ileriye atmıyordu. Kabaran deniz, başıma balyoz darbelerle beni denize çakıyordu. İlk panik !? Kıyıya kolumu kaldırdım. Erkeklik duygum yardım istememi de engelledi. Kolumun imdat için kalktığını anlamayan, kıyıdaki arkadaşlar beni kol sallayarak selamlıyorlardı. İçimin, denizin kavurucu tuzlu suyuyla epey dolduğunu hissettim. Gözlerim, görevlerini bulanık yapıyordu. Erkekliği yenerek kısık bir sesle imdat! deyiverdim. Çağrım değil ama hareketlerimdeki gariplik kıyıdakilerin dikkatini çekmişti. Şaşkın koşuşmalar, kadınların korkulu halleri zayıflayan gözlerimin görebildikleriydi.

SON NEFESTE KELİME-İ ŞEHADET

Ölüm duygusu 28’lik bedenimi ilk defa en soğuk şekliyle sarmıştı. İnançsızlık iflas etmiş, bulanık şuurumda babamın “Oğlum; son nefesinde kelimeyi şehadeti söyleyen imanlı gider” sözü güneş gibi parlamıştı. Oksijensiz kalan beynimin zonklaması, suların beni kabul edişindeki samimiyeti, babamın o mübarek sözünü söylememi zorlaştırıyordu. Ümidim sıfırlanmıştı. İradem dışında teslim olmuştum. Yolculuğun soğuk ilk saliselerini anlatabilmem, bu kalem, bu kağıt, bu alfabeyle mümkün değil..

İçime dalan tuzlu suyun, gövdemi kaplayıp, ağzımda nihayet bulduğu an. Sade kendimin ve Yaradan’ımın duyabileceği seslenişi, yalvarışı, yakarışı, dudaklarımdan dışarıya salabildim..

“EŞHEDÜ ENLA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULÜHÜ”

Zaman durmuştu. Ölüm kendini tattıracaktı. Hala bitkin, beden yaşıyor, şuur yerini terketmiyordu.

Ayak parmaklarımın kumlarla ilk teması, ölümün benden vazgeçtiğinin belirtisiydi. Ayaklarım, kumlarla buluşmuştu.

Sağ kolumu, sağ elimi şehadet parmağımı, gökleri delercesine havaya kaldırmış, Allah’ın birliğini gövdemle haykırıyor, parmağımla tasdikliyordum.

Rahim olan Rabbim, denize imansız giren kulunu, hidayet nuruyla kıyıya çıkarıyordu. Elhamdülillahi-rabbilalemîn!

Kaynak: Adil Coşkun, Altınoluk Dergisi, 1986 - Mayıs, Sayı: 3