Cennetin Yolu Nefis Savaşında

İbadet Hayatımız

Dışı meşakkatlerle çevrili, içi muhteşem güzelliklerle dolu Cennetʼe dâvet edilebilmek için, nefsin süflî arzularını bertaraf etmeye mecburuz. Zira o letâfet diyârına, nefsânî arzuların kesâfetiyle girilemez.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur: “Tasavvuf; nefsânî arzulardan temizlenmek, kalbi Cenâb-ı Hakk’a râm etmek, bütün güzel vasıflarla ahlâklanmak ve dâimâ Allâh’ın rızâsı istikâmetinde olabilmektir.” [1]

Müʼmin, her hususta Rabbinin rızâsını ön plânda tutabilen kimsedir. Hakkʼın rızâsı ile nefsinin arzuları karşı karşıya geldiğinde, nefsinin gizli muhâlefetine boyun eğmeyen, irâdeli kimsedir. Bu sarsılmaz irâdenin kazanılması için de nefsi riyâzat ve mücâhede gibi terbiye metotlarıyla ham vasıflardan kurtararak mânen olgunlaştırmak zarûrîdir.

Cenâb-ı Hak ehemmiyetine binâen Kurʼân-ı Kerîmʼde arka arkaya tam yedi kez yemin ettikten sonra buyurur ki:

“Nefsini kötülüklerden arındıran (maddî ve mânevî kirlerden temizleyen) mutlakâ kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere gömen de elbette hüsrâna uğramıştır.” (eş-Şems, 9-10)

Yani kulu Rabbinden uzaklaştıran bütün kötü huyları, nefsânî zaaf ve ihtirasları, iç dünyamızdan da temizlemek mecburiyetindeyiz. Zira ilâhî imtihan hikmetine binâen, haramlarda dâimâ nefsânî bir câzibe vardır. Nefsimizi tezkiye edemezsek, onu kötü huylarından arındıramazsak, onu cezbeden günah tuzaklarına karşı bir îman mukâvemeti gösteremeyiz. Hâlbuki ilâhî rahmet ve ihsanlar, dâimâ nefsin ihtiraslarına mukâvemeti gerektiren imtihanların ardında gizlidir.

NEFSİN ARZULARINA DİRENMEK

Rasûlullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin şu beyanları, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:

“Allah Teâlâ Cennetʼi yaratınca Cebrâil -aleyhisselam-ʼa:

«‒Git de ona bir bak!» buyurdu. Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselβm-) gidip ona baktı. Sonra gelip:

«‒Ey Rabbim, Senʼin izzetine andolsun ki onu (Cennetʼin o ihtişâmını) işitip de ora­ya girmeyen bir kimse kalmaz.» dedi.

Sonra Allah onu(n etrafını nefse ağır gelen) zor­luklarla kuşattı ve:

«‒Ey Cebrâil, git ona (bir daha) bak.» dedi.

(Cebrâ­il -aleyhisselβm-) gidip ona (bir daha) baktıktan sonra geldi ve:

«‒Ey Rabbim, Senʼin izzetin hakkı için (söylüyorum ki) ben oraya (artık) hiç kimsenin giremeyeceğinden korkmaya başladım.» dedi.

Sonra Allah, Cehennemʼi yaratınca:

«‒Ey Cebrâil git de ona (bir) bak.» buyurdu. Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselβm-) gidip (bir de) ona baktı. Sonra gelip:

«‒Ey Rabbim, Senʼin izzetin hakkı için (söylüyorum ki), onu (Cehennemʼin yakıcı azâbını) işiten hiç kimse oraya girmez.» dedi.

Bunun üzerine (yüce Allah) ora(nın etrafını nefse hoş gelen) şehvetlerle kuşattı. Sonra da:

«‒Ey Cebrâil! Git de ona (bir daha) bak.» buyurdu.

Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselβm-) gidip oraya (bir daha) baktı, sonra gelip:

«‒Ey Rabbim! İzzetin hakkı için (söylüyorum ki) ben (orayı tekrar görünce) bir kimse dahî kalmadan herkesin oraya girmesinden korkmaya başladım.» dedi.” (Buhârî, Rikāk, 28; Müslim, Cennet, 1; Tirmizî, Sıfatüʼl-Cennet, 21)

Demek ki Cennet; mânevî terbiye ile olgunlaşmamış, nâdan ve ham bir nefse son derece ağır gelen zorluklarla kuşatılmıştır. Cennetʼe girebilmek için nefsin arzularına direnerek Hakkʼa ve hakîkate râm olmak, bu yoldaki bütün meşakkatlere sabırla tahammül etmek gerekmektedir.

[1] Sehlegî, en-Nûr, s. 138.

 

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Bâyezîd-i Bistâmî, Erkam Yayınları