Cenâb-ı Hak, Bu Zenginliği Bana Niye Verdi?

İbadet Hayatımız

Bu dünyada servetle imtihan olan kişi, bu cihânın, âhiret dershânesi olduğunu unutmamalıdır. Tefekkür etmeli: “Cenâb-ı Hak, bu zenginliği bana niye verdi?

Maddî imkânlara sahip olan bir kul, tefekkür etmeli:

“Cenâb-ı Hak, bu zenginliği bana niye verdi?

  • Lüks ve israf içinde nefsime harcamam için mi?
  • Bana zimmetli kardeşlerime infakta bulunmam, İslâm yolunda hayr u hasenâta sarf etmem için mi?”

Bu dünya, imtihan mektebidir. Mükâfat yurdu değildir. O hâlde, bu dünyada servetle imtihan olan kişi, bu cihânın, âhiret dershânesi olduğunu unutmamalıdır.

Kārun; fakirken sâlih bir kişiydi, mal sahibi olunca isyana düştü. Bu felâketten kurtulmak için, kalbi dünyalığa kasa yapmamak îcâb eder.

Mevlânâ Hazretleri’nin buyurduğu gibi:

“Dünya hayatı bir rüyadan ibarettir. Dünyada servet sahibi olmak, rüyada define bulmaya benzer. Dünya malı, nesilden nesile aktarılarak yine dünyada kalır.”

Rasûlullah Efendimiz’in risâletinden önce dinlediği, Hanîf (Hazret-i İbrahim ve İsmail’in dînine tâbi) bir zât olan Kus bin Sâide’nin hutbesinde de dünyanın fânîliğine dair hikmetli sözler vardır:

“Ey insanlar!

Geliniz, dinleyiniz, belleyiniz, ibret alınız!

Yaşayan ölür, ölen fenâ bulur, olacak olur. Yağmur yağar, otlar biter; çocuklar doğar, anaların babaların yerini tutar. Sonra hepsi mahvolur gider. Vukuâtın ardı arkası kesilmez; hepsi birbirini takip eder.

Dikkat edin, söylediklerime kulak verin! Gökten haber var; yerde ibret alacak şeyler var! Yeryüzü serilmiş bir döşek, gökyüzü yüksek bir tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden memnun oldukları için mi orada kalıyorlar; yoksa alıkonulup da uykuya mı dalıyorlar…

Yazıklar olsun ömürlerini gaflet içinde geçiren ümmetlere!

Ey insanlar!

Gafletten sakının! Her şey fânîdir, ancak Cenâb-ı Hak Bâkî’dir. Birdir, şerîk ve nazîri yoktur. İbâdet edilecek yalnız O’dur. O doğmamış ve doğurmamıştır.

Evvel gelip geçenlerde bizler için ibretler çoktur.

Ey İyâd kabîlesi! Hani babalarınız ve dedeleriniz? Hani müzeyyen kâşâneler ve taştan hâneler yapan Âd ve Semûd? Hani dünya varlığına mağrûr olup da kavmine hitâben; «Ben sizin en büyük Rabbinizim.» diyen Firavun ve Nemrut?

Bu yer, onları değirmeninde öğüttü, toz etti. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri de yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini şimdi köpekler şenlendiriyor. Sakın onlar gibi gaflet etmeyin. Onların yolundan gitmeyin. Her şey fânî, ancak Cenâb-ı Hak Bâkî’dir.

Ölüm ırmağının girecek yerleri var, ama çıkacak yeri yok!.. Küçük büyük herkes göçüp gidiyor. Herkese olan bana da olacaktır.” (Beyhakî, Kitâbü’z-Zühd, II, 264; İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 234-241; Heysemî, IX, 418)

Yûnus Emre Hazretleri de âhireti hatırlatan kabir iklimi üzerine şu mısraları söylemiştir:

Yalancı dünyaya konup göçenler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler!..
Üzerinde türlü otlar bitenler,
Ne söylerler, ne bir haber verirler!..

Toprağa gark olmuş nâzik tenleri,
Söylemeden kalmış tatlı dilleri,
Gelin duâdan unutman bunları
Ne söylerler, ne bir haber verirler!..

Kimisi bezirgân, kimisi hoca,
Ecel şerbetini içmek de güç a!
Kimi ak sakallı, kimi pîr koca
Ne söylerler, ne bir haber verirler!..

Yûnus der ki, gör takdîrin işleri,
Dökülmüştür kirpikleri, kaşları,
Başları ucunda hece taşları,
Ne söylerler, ne bir haber verirler!..

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2020 Ay: Ağustos, Sayı: 186