Cehennemi Güzel Gösteren Şeyler

İSLAM VE İHSAN

Müʼmin, her hususta Rabbinin rızâsını ön plânda tutabilen kimsedir. Hakkʼın rızâsı ile nefsinin arzuları karşı karşıya geldiğinde, nefsinin gizli muhalefetine boyun eğmeyen, irâdeli kimsedir. Bu sarsılmaz irâdenin kazanılması için de nefsi riyâzat ve mücâhede gibi terbiye metodlarıyla ham vasıflardan kurtararak mânen olgunlaştırmak zarûrîdir.

Cenâb-ı Hak ehemmiyetine binâen Kurʼân-ı Kerîmʼde arka arkaya tam yedi kez yemin ettikten sonra buyurur ki:

“Nefsini kötülüklerden arındıran (maddî ve mânevî kirlerden temizleyen) mutlakâ kurtuluşa ermiş; onu kötülüklere gömen de elbette hüsrâna uğramıştır.” (eş-Şems, 9-10)

Yani kulu Rabbinden uzaklaştıran bütün kötü huyları, nefsânî zaaf ve ihtirasları, iç dünyamızdan da temizlemek mecburiyetindeyiz. Zira ilâhî imtihan hikmetine binâen, haramlarda dâimâ nefsânî bir câzibe vardır. Nefsimizi tezkiye edemezsek, onu kötü huylarından arındıramazsak, onu cezbeden günah tuzaklarına karşı bir îman mukâvemeti gösteremeyiz. Hâlbuki ilâhî rahmet ve ihsanlar, dâimâ nefsin ihtiraslarına mukâvemeti gerektiren imtihanların ardında gizlidir.

CENNET VE CEHENNEMİN YARATILIŞI

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimizʼin şu beyanları, bu hakîkati ne güzel îzah etmektedir:

“Allah Teâlâ Cennetʼi yaratınca Cebrâil -aleyhisselâm-ʼa:

«‒Git de ona bir bak!» buyurdu. Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselâm-) gidip ona baktı. Sonra gelip:

«‒Ey Rabbim, Senʼin izzetine andolsun ki onu (Cennetʼin o ihtişâmını) işitip de ora­ya girmeyen bir kimse kalmaz.» dedi.

Sonra Allah onu(n etrafını nefse ağır gelen) zor­luklarla kuşattı ve:

«‒Ey Cebrâil, git ona (bir daha) bak.» dedi.

(Cebrâ­il -aleyhisselâm-) gidip ona (bir daha) baktıktan sonra geldi ve:

«‒Ey Rabbim, Senʼin izzetin hakkı için (söylüyorum ki) ben oraya (artık) hiç kimsenin giremeyeceğinden korkmaya başladım.» dedi.

Sonra Allah, Cehennemʼi yaratınca:

«‒Ey Cebrâil git de ona (bir) bak.» buyurdu. Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselâm-) gidip (bir de) ona baktı. Sonra gelip:

«‒Ey Rabbim, Senʼin izzetin hakkı için (söylüyorum ki), onu (Cehennemʼin yakıcı azâbını) işiten hiç kimse oraya girmez.» dedi.

Bunun üzerine (yüce Allah) ora(nın etrafını nefse hoş gelen) şehvetlerle kuşattı. Sonra da:

«‒Ey Cebrâil! Git de ona (bir daha) bak.» buyurdu.

Bunun üzerine (Cebrâil -aleyhisselâm-) gidip oraya (bir daha) baktı, sonra gelip:

«‒Ey Rabbim! İzzetin hakkı için (söylüyorum ki) ben (orayı tekrar görünce) bir kimse dahî kalmadan herkesin oraya girmesinden korkmaya başladım.» dedi.” (Buhârî, Rikāk, 28; Müslim, Cennet, 1; Tirmizî, Sıfatüʼl-Cennet, 21)

CENNET'E GİREBİLMENİN YOLU

Demek ki Cennet; mânevî terbiye ile olgunlaşmamış, nâdan ve ham bir nefse son derece ağır gelen zorluklarla kuşatılmıştır. Cennetʼe girebilmek için nefsin arzularına direnerek Hakkʼa ve hakîkate râm olmak, bu yoldaki bütün meşakkatlere sabırla tahammül etmek gerekmektedir.

CEHENNEM ÂZÂBINDAN KURTULMAK İÇİN

Öte yandan Cehennemʼin, nefsin hoşlandığı şehevî arzularla çevrili olması da, ilâhî azaptan kurtulmak için yine nefsi tezkiye etmenin zarûretini ifâde etmektedir.

Bâyezîd-i Bistâmî Hazretleri buyurur:

“Tasavvuf; nefsânî arzulardan temizlenmek, kalbi Cenâb-ı Hakk’a râm etmek, bütün güzel vasıflarla ahlâklanmak ve dâimâ Allâh’ın rızâsı istikâmetinde olabilmektir.”[1]

Cenâb-ı Hak, bu hususta bizlere misal olması için, Kurʼân-ı Kerîmʼde Yusuf -aleyhisselâm-ʼın Züleyhâ ile olan imtihanını haber vermektedir:

ZÜLEYHA'NIN ÇAĞRISINDAN ALLAH'A SIĞINAN YUSUF ALEYHİSSELÂM

Nefs-i emmâreyi temsil eden Züleyha, gönlünü kaptırdığı Yusuf -aleyhisselâm-ʼa nefsânî arzuları cezbedecek bütün şartları âdeta bir tuzak gibi kurup hazırladı. Züleyhâ, ham nefislerin en çok zebûnu olduğu “servet, şehvet ve şöhret”in zirvesindeydi. Ayrıca günahlar, gizli-saklı ortamlarda daha kolay işlendiğinden, Züleyha da Yûsuf -aleyhisselâm-ʼı önce odasına çağırdı, kapıyı kilitledi, sonra da “هَيْتَ لَكَ : gelsene bana, alsana beni”[2] dedi.

NEFS TEZKİYESİ VE KALP TASFİYESİ

Bu imtihanda Yusuf -aleyhisselâm-ʼı kurtaran; “مَعَاذَ اللّٰهِ : (Hâşâ! Bundan) Allâhʼa sığınırım!”[3] demesi oldu. Zira nice güçlü irâdelerin eridiği öyle zor bir anda nefsin şerrinden Allâhʼa sığınabilmek, ancak nefs tezkiyesi ve kalp tasfiyesi neticesinde ulaşılan yüksek bir îman ufkudur. Hazret-i Yûsufʼun sergilediği bu ihlâs ve takvâ hâli üzerine, Cenâb-ı Hakkʼın yardımı yetişti. Nitekim Rabbimiz bunu şöyle haber veriyor:

“Andolsun ki, kadın ona meyletti. Eğer Rabbinin bürhânını (işaret, îkaz ve yardımını) görmeseydi, o da kadına meyletmişti. İşte böylece Biz, kötülük ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için (delilimizi gösterdik). Şüphesiz o, ihlâslı kullarımızdandı.” (Yûsuf, 24)

ARŞ-I ÂLÂ'NIN GÖLGESİNDE BARINACAK GENÇ!

Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde, hiçbir gölgenin bulunmadığı kıyâmetin o çetin gününde, Cenâb-ı Hakkʼın yedi sınıf insanı Arş-ı Âlâʼnın gölgesinde barındıracağını bildirdikten sonra, bu sınıflardan birinin de;

“Güzel ve mevkî sahibi bir kadının beraber olma isteğini, «‒Ben Allahʼtan korkarım.» diyerek reddeden genç…” olduğunu ifâde buyurmuşlardır. (Buhârî, Ezân, 36)

NEFSE KARŞI SULHÜ OLMAYAN BİR CENK HÂLİNDE OLMALIYIZ

Velhâsıl; dışı meşakkatlerle çevrili, içi muhteşem güzelliklerle dolu Cennetʼe dâvet edilebilmek için, nefsin süflî arzularını bertaraf etmeye mecburuz. Zira o letâfet diyârına, nefsânî arzuların kesâfetiyle girilemez.

Yine, dışı şehevî arzularla çevrili, içiyse can yakıcı azaplarla dolu olan Cehennemʼe düşmemek için de, nefsimizin bitmek bilmeyen ihtiraslarına karşı, son nefese kadar sulhü olmayan bir cenk hâlinde bulunmak durumundayız.

Cenâb-ı Hak cümlemizi, hayatımızın her ânında nefs-i emmârenin şerrinden muhafaza buyursun. İhlâsını koruduğu bahtiyar kulları arasına, biz âciz kullarını da lûtf u keremiyle dâhil eylesin.

Âmîn!..

Dipnotlar: [1] Sehlegî, en-Nûr, s. 138. [2] Bkz. Yûsuf, 23. [3] Bkz. Yûsuf, 23.

Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2015 – Nisan, Sayı: 350, Sayfa: 032