"bütün Dünyayı Verseniz Dinimi Değiştirmem!"

Osmanlı Tarihi

Sultan 2. Bâyezîd-i Velî Han, 1481 yılında pâ­di­şah olduktan sonra, saltanatının ilk 14 yılını kardeşi Cem Sultan ile uğraşmakla geçirdi. Bu durum da, hris­ti­yanlık âlemine karşı belli ölçüde âtıl davranmasını îcâb ettirdi.

Cem Sultan, Bâyezîd Hân’a:

“–Ülkemizi ikiye bölelim, yarısında sen hükümdar ol, yarısında ben olayım!..” diye teklif etti.

Bâyezîd-i Velî ise:

“–Kardeşim, vatan ümmetin malıdır. Devlet gücünü kaybeder. Neticede güçsüz beyliklere döneriz. Bu büyük bir vebâl olur. Gövdem ikiye bölünür, ümmet toprağı bölünmez!..” diyerek bu teklifi reddetti.

Sırf bu tavır bile, Bâyezîd-i Velî’nin dirâyeti, ileri görüşlülüğü kadar, onun ne derece İslâm dâvâsının istikbâli endişeleriyle dolu, idealist bir şahsiyet olduğunu göstermektedir.

TAHT KAVGASI

Yaptığı teklife red cevabı alan Cem Sultan, -birçok büyük meziyet­le­ri­ne rağmen- idârî me­se­lelerdeki dirâyetsizliği sebebiyle ağabeyi 2. Bâ­ye­zîd Han ile neticesiz kalan uzun mücâdelelere girişti. Ağabeyinin hikmet dolu na­si­hatlerine ve mâkul tekliflerine râzı olmadı. Bunu sitemkâr bir şiirle de ona bildirdi:

Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handân;

Ben kül döşenem külhân-ı mihnette, sebep ne?..

“Sen, gül gibi döşeklerde huzur içinde sürûr ve şevk ile yatarken, benim sıkıntı külhanında yanarak kül döşenmemin sebebi nedir?”

Kâmil ve müttakî bir kimse olan 2. Bâyezîd de, kardeşinin ihtiras dolu bu suâline, ona ilâhî takdîri hatırlatıcı ve yanlış hareketten îkâz edici manzum bir mukâbelede bulundu:

Çün rûz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet,

Takdîre rızâ vermeyesün böyle sebep ne?

Hâccü’l-Harameyn’im deyüben dâvâ kılursun;

Yâ saltanat-ı dünyevîye bunca talep ne?..

“Ey kardeşim! Devlet, bize ezelde nasip kılınmışken senin tak­dîre rızâ göstermeyişinin sebebi nedir? Sen iki mübârek belde olan Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’nin hacısıyım diye iftihâr ediyorsun, fakat şu dün­ya saltanatına olan ihtirâsın nedir?..”

HRİSTİYAN DÜNYASI CEM SULTANI NASIL KULLANDI?

Bundan sonra Cem Sultan, şövalyelerin üstâd-ı âzamı Pierre d’Au­bus­son’un nâzik bir dille dâvetine aldanarak Rodos’a gitti. Karşılıklı imzâlanan anlaşmaya göre Cem, istediği zaman adadan ayrılabilecekti. Lâkin Rodos şövalyeleri, sözlerinde durmadılar ve ona bir nevî esir muâmelesi yaptılar.

Cem Sul­tân’ın bu sû­ret­le Rodos şövalyelerine sığınması, kendisinin ve ümmetin bağrına saplanan bir hançer gibi büyük bir hatâ ve tâlihsizlik oldu. Batı fütûhâtına engel teşkil etti. Hattâ, Roma’nın fethine zemin hazırlayacak olan Otranto Kalesi elden çıktı.

Cem Sul­tân’ı nazikçe elde eden şövalyeler, bir müddet sonra onu köle satar gibi belli bir meblağ karşılığında Papalığa devrettiler. Papalık da, Cem’i haçlı seferlerinde kullanmak hevesine kapıldı. Bâyezîd Han ise, bu takdirde hris­ti­yanlarla mücâdeleye girişeceği tehdidi ile tehlikeyi güç belâ atlatabildi. Bu uğurda, Papalığa devlet ha­zi­nesinden yüklü paralar ödemek mecbûriyetinde kaldı.

BÜTÜN DÜNYAYI VERSENİZ DİNİMİ DEĞİŞTİRMEM!

Bu durumda, Cem’i kullanmak sûretiyle Osmanlılar’a karşı bir haçlı seferi açamayacağını anlayan Papa İnnocent-VIII, ona hris­ti­yanlık teklifinde bulundu.

Bu teklif, Cem Sul­tân’a çok ağır geldi. Mahzûn oldu. Papa’ya:

“–Değil Osmanlı saltanatını, bütün dün­yayı verseniz dînimi değiştirmem!..” dedi.

Zira ne olursa olsun Cem Sultan, dînini her şeyin üzerinde tutmaktaydı. Allah ve Rasûlü’ne olan muhabbeti sonsuzdu. Onun hac ibadetini yaptıktan sonra yazdığı şu beyti, bu hakîkati açıkça ifâde eder:

Kâbetullâh’a varup bir kez tavâf eylediğin,

Bin Karaman, Bin Acem, bin memleket-i Osmân’dur...

“(Ey gönül! Sultan olamadım diye üzülme!) Senin Allâh’ın beyti olan Kâbe’ye varıp bir kez tavâf etmen, bin Karaman, bin Acem ve bin Osmanlı memleketine bedeldir...”

BORÇLU OLARAK HUZUR-U İLAHİ'YE GİTMEK İSTEMİYORUM

Diğer yandan haçlılar tarafından İslâmiyet aleyhine kullanılmak istendiğini anladığı zaman Cem Sul­tân’ın Cenâb-ı Hakk’a yaptığı niyaz, ondaki dînî kemâli göstermeye kâfîdir. O, İslâmiyet aleyhinde kullanılma ihtimâlinden bile tir tir titriyor ve Rabbine şöyle yalvarıyordu:

“Yâ Rabbî! Kâfirler eğer müslümanlığa zarar vermek için beni âlet etmek istiyorlarsa, bu kulunu daha fazla yaşatma! Rûhumu bir an önce dergâh-ı izzetine al!..”

Onun bu duâsı müstecâb oldu ki otuz altı yaşında Napoli’de vefât etti. Vefât ederken yanındakilere şu va­si­yeti yaptı:

“Benim ölüm haberimi mutlak bir sû­ret­te her tarafa duyurun! Bunu mutlakâ yapın ki, kâfirlerin müslümanlar üzerinde benim vesîlemle oynamak istedikleri oyunlar nihâyet bulsun! Bundan sonra ağabeyim Sultan Bâyezîd’e varın. Ricâ eyleyin ki, ne kadar zor olursa olsun benim cesedimi vatana aldırsın. Kâfir bir memlekette gömülmeyi istemiyorum. Şimdiye kadar ne oldu ise oldu. Sakın bu ricâmı reddetmesin! Lûtfedip bütün borçlarımı ödesin. Borçlu olarak huzûr-i ilâhî’ye gitmek istemiyorum. Âilemi, çocuklarımı ve bana hizmet edenleri affetsin. Hâllerine göre memnûn etsin..”

Ağabeyi Bâyezîd Han da bu va­si­yeti yerine getirdi.

Kaynak: Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleriyle OSMANLI, Osman Nuri Topbaş, Erkam Yayınları, 2013