Bu Lider Nasıl Sevilmez?

Abidevi Şahsiyetler

Kitleleri peşinden sürükleyen liderler, bu ünvanlarını, oturdukları yerden emirler yağdırarak değil, samimiyet, fedakârlık ve gayretlerine, Yüce Rabbin lütfettiği rahmet sayesinde almışlardır.

Üstad Ali Ulvi Kurucu anlatıyor:

“İslâm âleminin büyük şairlerinden Ömer Bahaeddin Emirî’yi Kahire’de bulunduğum yıllarda tanımıştım. Aslen Halep’li idi, annesi Türktü. Arapça, Fransızca, Türkçe bilirdi. Pakistan kurulunca senelerce, Suriye’nin Pakistan’da elçiliğini yapmıştı. Allah rahmet eylesin büyük şairdi. Arap âleminin İkbâl’i, Âkif’i sayılabilirdi. Fas’da hocalık yaptı. Hac ve Umre mevsimlerinde sık sık gelirdi, görüşürdük. İslâm dâvâsıyla, dertli öldü.

Bu zat şöyle demişti:

“Ben müşkilpesent bir insanım. Bana adam beğendirmek çok zordur. Hasan el-Bennâ, bana kendisini hem beğendirdi, hem sevdirdi...”

Sonra, Hasan el-Bennâ ile beraber geçirdiği günlerini şöyle anlatmıştı:

Hasan el-Bennâ ile beraber, Müslüman Kardeşler teşkilâtının kaza ve köylerde kurulacak bazı şubeleri için seyahat ettik. Oralara gittik. Beni de yanında götürdü. Bazı köyler var ki, vâsıta işlemiyor; oralara ancak merkep sırtında gidilebiliyordu.

Yine merkeplere binip bir köye gittik. Sanki lüks bir arabadaymış gibi Üstadın neşesi görülecek şeydi. Bir köye geldik. Gece olmuştu. Çok yorgun düşmüştük. Fakat köy sapa ve haberleşmek mümkün olmadığından, bizim geleceğimiz bildirilmemişti. Köylü, geleceğimizden habersizdi. Üstad dedi ki:

“Ömer kardeş, köylü bizi misafir etmek ister, bu ikramı gönülden yapar. Fakat biz habersiz geldik. Ne hâldedirler bilinmez... Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Seferden döndüğünüzde, geceleyin habersiz, ani olarak evinize gelmeyin,” buyuruyorlar...

Bu hadis-i şerif, çok derin, çok ince, çok esrarlı bir hadistir: Evime geliyorum yâ Resulallah! Her ne kadar evine de gelsen, gece baskını yapar gibi gelme, gündüz gel, buyurulmuş. Binaenaleyh, mescidde bir müezzin odası var, orada kalalım, diyorum, ne dersiniz?

“Efendim, nasıl isterseniz öyle yapalım.” dedik. Yanımızda birkaç da genç vardı.

Köylülerin evlere almak için ısrarlarına rağmen,

“Ani geldik, kimsenin hazırlığı yoktur, mutlaka aileleri rahatsız etmemiz lâzım gelecek.” diyerek mescid odasında geceledik.

Yemek getirdiler, yedik; namazlarımızı kıldık, yattık. Ben yorgunluktan bitkin hâldeyim. Üstad, “Ben alışkınım” diyerek, müezzinin yatağını yorganını bana verdi. Kendisi abasına sarındı yattı. Benim itiraz edecek mecalim yoktu. Yatağa yattım. Hâlsiz, dermansız uyuyup kaldım.

Gece yarısını geçmişti ki, kavun karpuz yemiştik, abdeste kalkmam icap etti. Dışarı çıktım. Bir de baktım ki, bizim pehlivan, aslan, seccadesini almış, mescidin avlusuna sermiş teheccüd kılıyor...

Dedim ki:

“Bu lider nasıl sevilmez yahu! Düşünen o, yazan o, dertleri dinleyen o, her yere koşan o, dağ tepe aşan o, sonra da gecenin bu saatinde teheccüde duran o... Yahu böyle adam, böyle lider nasıl sevilmez!”[1]

[1] M. Ertuğrul Düzdağ, Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar, II, 294-296.